İşte sahabe ve asfiya-i müçtehidîn ve eimme-i ehl-i
Beyt,
(1)
l
án
àp
HÉn
K p
ABÉ n
«r
°Tn
’r
G o
?p
F B Én
?n
M
derler ki, Cenab-ı Hakkın bü-
tün esmasıyla hakikî bir surette tecelliyatı var. Bütün eş-
yanın onun icadıyla bir vücud-i arızîsi vardır. Ve o vücut,
çendan Vacibü’l-Vücud’un vücuduna nispeten gayet za-
yıf ve kararsız bir zıll, bir gölgedir; fakat hayal değil, ve-
him değildir. Cenab-ı Hak,
Hallâk
ismiyle vücut veriyor
ve o vücudu idame ediyor.
İkinciTemsil
: Meselâ şu menzilin dört duvarında
dört tane endam âyinesi bulunsa, her bir âyine içinde
her ne kadar o menzil öteki üç âyine ile beraber irtisam
ediyor; fakat her bir âyine kendinin hey’etine ve rengine
göre eşyayı kendi içinde ihtiva eyler, kendine mahsus
misalî bir menzil hükmündedir. İşte, şimdi iki adam o
menzile girse, birisi bir tek âyineye bakar, der ki: “Her
şey bunun içindedir.” Başka âyineleri ve âyinelerin içle-
rindeki suretleri işittiği vakit, mesmuatını o tek âyinede-
ki, iki derece gölge olmuş, hakikati küçülmüş, tagayyür
etmiş o âyinenin küçük bir köşesinde tatbik eder. Hem
der: “Ben öyle görüyorum, öyle ise hakikat böyledir.”
diğer adam ona der ki: “evet, sen görüyorsun, gördü-
ğün haktır. Fakat vakide ve nefsülemirde hakikatin haki-
kî sureti öyle değil. senin dikkat ettiğin âyine gibi daha
başka âyineler var; gördüğün kadar küçücük, gölgenin
gölgesi değiller.”
Mektubat | 141 |
o
n
S
ekizinci
m
ekTup
ibaret.
nefsülemir:
işin hakikati, aslı.
nispeten:
nispetle, oranla, kıyas-
layarak.
Sahabe:
Peygamberimizin müba-
rek yüzünü görmekle şereflenen
ve onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
suret:
biçim, görünüş; tarz.
tatbik:
uygulama.
tecelliyat:
tecelliler, yansımalar,
görünmeler.
tagayyür:
değişme, başkalaşma.
temsil:
misal getirme, örnek.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî ve
zatî olan, varlığı başkasının varlı-
ğına bağlı değil, kendinden olup
tekrar ezelî ve ebedî olan Allah.
vaki:
olan, mevcut.
vehim:
zan, şüphe, kuruntu.
vücut:
varlık.
vücud-i arızî:
vücudu ezelî olma-
yan, yaratılmış, sonradan yaratı-
lan.
zaif:
zayıf.
zıll:
gölge.
asfiya-i müçtehidîn:
Kur’ân
ve sünnetten yola çıkarak
hüküm ortaya koyan ve Hz.
Peygamberin yolundan giden
ilim ve takva sahibi âlim kim-
seler.
âyine:
ayna.
Cenab-ı Hak:
Allah.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
eimme-i ehl-i beyt:
Hz. Pey-
gamberin neslinden gelen,
Ehl-i Beytten yetişen manevî
nüfuz, ilim ve riyaset sahibi
imamlar.
endam âyinesi:
boy aynası.
esma:
isimler.
gayet:
son derece.
hak:
doğru, gerçek.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hakikî:
gerçek.
Hallâk:
yaratan, her şeyi, sü-
rekli olarak ve çokça yaratan,
her şeyi halk eden Allah.
hey’et:
şekil, görünüş, yapı.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
icat:
vücuda getirme, yarat-
ma.
idame:
devam ettirme.
ihtiva:
içine alma.
irtisam:
resmolma.
mahsus:
has, özel.
menzil:
ev, hane.
mesmuat:
işitilenler, duyu-
lanlar.
misalî:
örneklik, görüntüden
1.
Eşyanın vücudu kesin bir gerçektir.