İşte o çare budur:
Allah için işleyiniz, Allah için görü-
şünüz, Allah için çalışınız. Lillâh, livechillâh, lieclillâh rı-
zası dairesinde hareket ediniz.
(1)
O vakit sizin ömrünüzün
dakikaları seneler hükmüne geçer.
Bu hakikate işareten, leyle-i kadir gibi bir tek gece,
seksen küsur seneden ibaret olan bin ay hükmünde oldu-
ğunu, nass-ı kur’ân gösteriyor.
(2)
Hem bu hakikate işa-
ret eden, ehl-i velâyet ve hakikat beyninde bir düstur-i
muhakkak olan
“bast-ı zaman”
sırrıyla, çok seneler hük-
münde olan birkaç dakikalık zaman-ı Miraç, bu hakikatin
vücudunu ispat eder ve bilfiil vukuunu gösteriyor. Mira-
cın birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs’ati
ve ihatası ve uzunluğu vardır. Çünkü, o, Miraç yoluyla be-
ka âlemine girdi. Beka âleminin birkaç dakikası, şu dün-
yanın binler senesini tazammun etmiştir.
Hem şu hakikate bina edilen, beynelevliya kesretle vu-
ku bulmuş olan
“bast-ı zaman”
hâdiseleridir. Bazı evliya
bir dakikada bir günlük işi görmüş, bazıları bir saatte bir
sene vazifesini yapmış, bazıları bir dakikada bir hatme-i
kur’âniyeyi okumuş olduklarını rivayet edip ihbar ediyor-
lar. Böyle ehl-i hak ve sıdk, bilerek kizbe elbette tenezzül
etmezler. Hem o derece hadsiz ve kesretli bir tevatürle
bast-ı zaman
(HaşİYe)
hakikatini aynen müşahede ettikleri
medar-ı şüphe olamaz.
HaşİYe:
(3)
m
?r
ƒn
j ¢n
†r
©n
H r
hn
G Ék
er
ƒn
j Én
æ`r
ãp
Ñ n
d Gƒ o
dÉn
b r
ºo
à`r
ãp
Ñ n
d r
ºn
c
r
ºo
¡r
æp
e l
?p
FBÉn
b n
?Én
b
ayetiyle
(4)
Ék
©°r
ù p
J Gho
OGn
Or
RGn
h n
Ú/
æ°p
S m
áFn
Ép
e n
å'
?n
`K r
ºp
¡p
Ør
¡n
c /
‘ Gƒo
ãp
Ñn
dn
h
ayeti tayy-ı zamanı gös-
terdiği gibi,
(5)
n
¿ht
óo
©n
J És
ªp
e m
án
æ°n
S p
?r
dn
Én
c n
?u
Hn
Q n
ór
æp
Y Ék
er
ƒn
j s
¿p
Gn
h
ayeti de bast-ı zama-
nı gösterir.
âlem:
dünya, kâinat.
bâkî:
ebedî, sonsuz.
bast-ı zaman:
az bir zamanda
içinde çok uzun bir zaman yaşa-
mak gibi olmak.
beka:
bâkîlik, sonsuzluk.
beynelevliya:
velîler arasında.
bilfiil:
fiilen, gerçek iş olarak.
daim:
devamlı.
düstur-i muhakkak:
kesinlik ka-
zanmış bir düstur, bir prensip.
ehl-i hak:
iman, İslâmiyet ve hak
yolunda olan.
ehl-i velâyet:
velî olanlar; Allah’ın
dostluğunu kazananlar.
elbette:
şüphesiz, her hâlde.
evliya:
velîler, Allah dostları.
ezelî ve ebedî:
geçmişi ve gele-
ceği aynı anda gören, öncesiz ve
sonsuz olan Allah.
hâdise:
olay.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikate bina etmek:
gerçeğe
dayandırmak, doğru bir düşünce
üzerine kurmak.
haşiye:
dipnot.
hatme-i Kur’âniye:
Kur’ân-ı Ke-
rîm’i baştan sona okuyup bitirme.
hikmet:
kâinattaki ve yaratılışta-
ki İlâhî gaye, fayda.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hükmüne geçmek:
yerine geç-
mek, değerinde olmak.
ibaret:
meydana gelen.
ihata:
kuşatma.
ihbar etmek:
haber vermek, bil-
dirmek.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
kesret:
çokluk.
kizb:
yalan söyleme.
Leyle-i Kadir:
Kadir Gecesi.
lieclillâh:
Allah rızası için.
lillâh:
Allah için.
livechillâh:
Allah için.
ma’bud:
kendisine ibadet edilen.
mahbup:
sevilen.
maksut:
kastedilen, istenilen.
matlûp:
talep edilen, istenilen.
medar-ı şüphe:
şüphe sebebi,
kaynağı.
miraç:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed (asm) Efendimizin Ce-
nab-ı Hakkın huzuruna ruhen, cis-
men, hâlen çıkması mu’cizesi.
müşahede:
bir şeyi gözle görme.
nass-ı Kur’ân:
Kur’ân-ı Kerîm’in
kesin hükmü, emri.
rab:
yaratan, büyüten, besleyen,
verdiği nimetlerle varlıkları ıslah
ve terbiye eden Allah.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
rivayet:
nakledilen bir haber, söz
veya olay.
sermedî:
sürekli, ölümsüz.
sıdk:
samimîlik, doğruluk.
sır:
bir şeyin dikkat, yetenek, tec-
rübe, ve sezgi yardımıyla kavra-
nabilen en zor en ince yanı.
tazammun etme:
içine alma,
kapsama.
tenezzül etmek:
aşağı sevi-
yeye düşmek, alçalmak.
tenzih etmek:
Allah’ın bütün
kusurlardan uzak olduğuna
inanmak.
tevatür:
bir haberin yalan
söylemelerini aklın kabullene-
meyeceği kadar sayı ve sağ-
lamlıktaki bir topluluk tarafın-
dan rivayet edilmesi.
vazife:
görev.
vuku:
olma, meydana gelme.
vüs’at:
genişlik.
zaman-ı miraç:
Peygamberi-
mizin Miraç hâdisesinin ger-
çekleşme zamanı.
1.
Tirmizî, Sünnet: 15; EbuDavud, Kıyamet: 60; Müsned, 3:438, 440.
2.
Kadir Suresi: 3.
3.
İçlerinden söze başlayan biri, “Bu hâlde ne kadar kaldık?” diye sordu. “Bir gün, yahut daha
da az” dediler. (Kehf Suresi: 19.)
4.
Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar, buna dokuz yıl daha kattılar. (Kehf Suresi: 25.)
5.
Rabbinin katında bir gün, sizin hesabınıza göre bin yıl gibidir. (Hac Suresi: 47.)
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
| 38 | Lem’aLar