Lem'alar - page 37

daimî bir pencere-i visaldir. gaflet ve dalâlet firakı için-
de, değil bir sene, belki bin sene bir saniye hükmünde-
dir. o sözden daha meşhur şu söz var:
(1)
l
¿Gn
ór
«`n
e p
ÜÉn
Ñr
Mn
’r
G n
™n
e p
•Én
«p
ÿr
G t
ºn
°S l
¿Én
ér
æp
a p
AGn
ór
Yn
’r
G n
™n
e p
än
Ón
Ør
dG¢o
Vr
Qn
G
hükmümüzü teyit ediyor.
Meşhur evvelki sözün sahih bir manası budur ki: Fânî
mevcudatın visali madem fânîdir; ne kadar uzun da olsa
yine kısa hükmündedir. senesi bir saniye gibi geçer, has-
retli bir hayal ve esefli bir rüya olur. Bekayı isteyen kalb-i
insanî bir sene visalde, yalnız bir saniyecikte ancak zerre
gibi bir zevkini alabilir. Firak ise, saniyesi bir sene değil,
senelerdir. Çünkü firakın meydanı geniştir. Bekayı iste-
yen bir kalbe, firak, çendan bir saniye de olsa, seneler ka-
dar tahribat yapar. Çünkü hadsiz firakları ihtar eder. Mad-
dî ve süflî muhabbetler için bütün mazi ve müstakbel fi-
rakla doludur.
Şu mesele münasebetiyle deriz: ey insanlar! Fânî, kı-
sa, faydasız ömrünüzü bâkî, uzun, faydalı, meyvedar yap-
mak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır;
Bâkî-i Hakikî’nin yoluna sarf ediniz. Çünkü Bâkîye mü-
teveccih olan şey, bekanın cilvesine mazhar olur.
Madem her insan gayet şiddetli bir surette uzun bir
ömür ister, bekaya âşıktır. Ve madem bu fânî ömrü bâkî
ömre tebdil eden bir çare var ve manen çok uzun bir
ömür hükmüne geçirmek mümkündür. elbette, insaniye-
ti sukut etmemiş bir insan, o çareyi arayacak ve o imkâ-
nı bilfiile çevirmeye çalışacak ve tevfik-i hareket edecek.
Lem’aLar | 37 |
Ü
çÜncÜ
l
em
a
kalb-i insanî:
insan kalbi.
mana:
anlam.
manen:
manaca, manevî yönden.
mazhar olmak:
erişmek, kavuş-
mak; bir şeyin göründüğü yer ol-
mak.
mazi:
geçmiş zaman.
mesele:
problem, ehemmiyetli
konu.
mevcudat:
var olan her şey, ya-
ratılmışlar.
meyvedar:
meyveli.
münasebet:
vesile.
müstakbel:
gelecek.
müteveccih:
yönelen.
pencere-i visal:
kavuşmayı sağ-
layan pencere.
sahih:
gerçek, doğru.
sahra:
çöl.
sarf etme:
harcama, kullanma.
sukut etmek:
alçalmak, değerden
düşmek.
suret:
biçim, görünüş.
süflî:
aşağılık, bayağı.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
tebdil etmek:
değiştirme.
tevfik-i hareket:
uygun hareket.
visal:
kavuşma, ulaşma.
zerre:
maddenin en küçük parça-
sı, atom.
bâkî:
ebedî, devamlı.
Bâkî-i Hakikî:
gerçek sonsuz-
luğun sahibi olan Allah.
beka:
bâkîlik, sonsuzluk, de-
vamlılık.
bilfiil:
fiilen, gerçek iş olarak.
cilve:
tecelli, yansıma.
çendan:
gerçi.
daimî:
sürekli, devamlı.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak.
elbette:
şüphesiz, her hâlde.
esefli:
üzüntü ve acı verici.
evvel:
önce.
fânî:
ölümlü, geçici.
firak:
ayrılık.
gaflet:
sorumsuzluk, Allah’tan
uzaklaşıp nefsinin arzularına
dalmak.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hükmü teyit etmek:
bir ko-
nu hakkındaki görüşü doğru-
lamak, kuvvet vermek,.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
hükmüne geçmek:
yerine
geçmek, değerinde olmak.
ihtar etme:
hatırlatma.
imkân:
olabilirlik.
insaniyet:
insanlık mahiyeti.
insaniyetin iktizası:
insanlığın
gereği.
1.
Sahra, düşmanla beraber bir fincan kadar dar; iğne deliği, dostlarla beraber bir meydan ka-
dar geniştir. (Aclûni, Keşfü'l-Hafâ, 2:246; İbnü'l-Cevzî, el-Müdhiş, 1:385.)
1...,27,28,29,30,31,32,33,34,35,36 38,39,40,41,42,43,44,45,46,47,...1406
Powered by FlippingBook