dedim: “kardeşim, sen bunun gibi yapma. Bütün kuv-
vetini bu saate karşı tahşit et. rahmet-i İlâhiyeyi ve mü-
kâfat-ı uhreviyeyi ve fânî ve kısa ömrünü uzun ve bâkî bir
surete çevirdiğini düşün. Bu acı şekva yerinde ferahlı bir
şükret.”
o da tamamıyla bir ferah alarak, “elhamdülillâh,” de-
di, “hastalığım ondan bire indi.”
BeŞİNCİ NüKte
üç Meseledir.
Bi r inc i Mese l e:
Asıl musibet ve muzır musibet, di-
ne gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit der-
gâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryat etmek gerektir.
(1)
Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında mu-
sibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı rahmanîdir. nasıl ki ço-
ban, gayrin tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp,
onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için
bir ihtardır, memnunâne dönerler. öyle de, çok zahirî
musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kıs-
mı kefaretü’z-zünuptur.
(2)
Ve bir kısmı gafleti dağıtıp, be-
şerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur ver-
mektir. Musibetin hastalık olan nev’i, sabıkan geçtiği gi-
bi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı rabbanîdir, bir
tathirdir.
(3)
rivayette vardır ki, “ermiş bir ağacı silkmekle nasıl
meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öy-
le dökülüyor.”
(4)
Lem’aLar | 27 |
i
kinci
l
em
’
a
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ihtar-ı rahmanî:
Allah’ın şefkat
ve merhametle yaptığı uyarı ve
ikazlar.
ikaz:
uyarma.
İlâhî:
Allah tarafından gelen ve
ona ait olan.
iltica:
sığınma.
iltifat-ı rabbanî:
Allah’ın bir lüt-
fu.
kefaretüzzünup:
günahların ba-
ğışlanmasına vesile.
kısım:
parça, çeşit.
memnunâne:
memnun bir şekil-
de.
mesele:
problem, ehemmiyetli
konu.
musibet:
belâ, büyük sıkıntı.
musibet-i diniye:
dine gelen be-
lâlar; dinî hayatı engelleyen ve
ona zarar veren sıkıntılar.
muzır:
zararlı.
mükâfat-ı uhreviye:
ahirette ve-
rilecek olan mükâfat.
nevi:
çeşit, tür.
nükte:
derin ve ince manalı söz.
ömür:
hayat.
rahmet-i İlâhiye:
Allah’ın sonsuz
merhamet ve şefkat etmesi.
rivayet:
peygamber efendimizden
nakledilen bir haber, söz veya
olay.
sabıkan:
önceden.
sıtma:
titreme, ateşli bir hastalık.
suret:
biçim, görünüş.
şekva:
şikâyet.
şükür:
minnettarlık ifade etme,
teşekkür.
tahşit etmek:
yığmak, biriktirmek,
desteklemek.
tathir:
temizlenme.
tecavüz eden:
had veya sınırı
aşan.
vakit:
zaman.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik.
zahirî:
görünen, görünürdeki.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
bâkî:
ebedî, devamlı, sonsuz.
beşerî:
insana ait.
dergâh-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hak-
kın huzuru.
elhamdülillâh:
hamd ve şü-
kür yalnızca Allah’a mahsus-
tur.
fânî:
ölümlü, geçici.
ferah:
iç, açıklığı, sevinç.
feryat:
sızlanma, şikâyet.
gaflet:
dikkatsizlik, umursa-
mazlık; Allah’tan uzaklaşıp
nefsinin arzularına dalmak.
gayrin:
başkasının.
günah:
Allah’ın emirlerine ay-
kırı davranış.
hakikat:
gerçek.
1.
Tirmizî, Daavat: 79; Neseî, Sünenü'l-Kübra, 6:106.
2.
Buharî, İman: 39, Büyu: 2; Müslim, Müsakat: 107; Tirmizî, TefsiruSure, 4:24; Müsned, 2:303,
335, 402.
3.
Müslim, Birr: 52; EbuDavud, Cenaiz: 1; Deylemî, Müsned, 1:123.
4.
Buharî, Merdâ: 3, 13, 16.; Müslim, Birr: 45; İbniMâce, Edep: 56; Darimî, Rikak: 57; Müsned,
1:381, 441, 455, 3:152.