besliyor. koca dünyayı bir hanesi gibi seviyor. ebedî cen-
nete bahçesi gibi muhabbet ediyor. Hâlbuki, muhabbet
ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar; firaktan daima
azap çekiyor. onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir ma-
nevî azaba medar oluyor.
o azabı çekmekte kabahat, kusur ona aittir. Çünkü kal-
bindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemal-i bâ-
kîye malik bir zata tevcih etmek için verilmiş. o insan,
suiistimal ederek, o muhabbeti fânî mevcudata sarf ettiği
cihetle kusur ediyor, kusurunun cezasını firakın azabıyla
çekiyor.
İşte bu kusurdan teberri edip o fânî mahbubattan kat-ı
alâka etmek, o mahbuplar onu terk etmeden evvel o on-
ları terk etmek cihetiyle Mahbub-i Bâkî’ye hasr-ı muhab-
beti ifade eden
=
?/
bÉ n
Ñr
dG n
âr
fn
G =
?/
bÉn
H Én
j
olan birinci cümlesi, “Bâ-
kî-i Hakikî yalnız sensin. Masiva fânîdir. Fânî olan, elbet-
te bâkî bir muhabbete ve ezelî ve ebedî bir aşka ve ebed
için yaratılan bir kalbin alâkasına medar olamaz” mana-
sını ifade ediyor. “Madem o hadsiz mahbubat fânîdirler,
beni bırakıp gidiyorlar; onlar beni bırakmadan evvel ben
onları
=
?/
bÉ n
Ñr
dG n
âr
fn
G =
?/
bÉn
H Én
j
demekle bırakıyorum. Yalnız sen
bâkîsin ve senin ibkan ile mevcudat beka bulabildiğini bi-
lip itikat ederim. öyle ise, senin muhabbetinle onlar se-
vilir. Yoksa alâka-i kalbe lâyık değiller” demektir.
İşte bu hâlette kalb hadsiz mahbubatından vazgeçiyor.
Hüsün ve cemalleri üstünde fânîlik damgasını görür,
Lem’aLar | 33 |
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
mana:
anlam.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan; ruhî.
masiva:
Allah’tan başka bütün
varlıklar.
medar:
sebep, vesile, kaynak.
mevcudat:
var olan her şey, ya-
ratılmışlar.
sarf etme:
harcama, kullanma.
suiistimal:
kötüye kullanma.
teberri etme:
uzak durma, kaçın-
ma.
terk etmek:
bırakmak.
tevcih etmek:
yöneltmek.
zat:
kişi, şahıs.
alâka:
ilgi, bağ.
alâka-i kalb:
kalb bağlılığı, il-
gisi, kalben bağlanma, ilgilen-
me.
aşk:
şiddetli sevgi.
azap:
acı, sıkıntı, ceza.
bâkî:
ebedî, kalıcı.
Bâkî-i Hakikî:
gerçek sonsuz-
luğun sahibi olan Allah.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonsuz-
luk.
cemal:
güzellik.
cemal-i bâkî:
devamlı ve son-
suz güzellik.
cihet:
yön, taraf.
ebed:
sonsuzluk.
ebedî:
sonsuz, sürekli.
elbette:
şüphesiz, her hâlde.
evvel:
önce.
ezelî:
öncesiz, başlangıçsız.
fânî:
ölümlü, geçici.
firak:
ayrılık.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlet:
hâl, durum.
hane:
ev, mesken.
hasr-ı muhabbet:
sevgiyi bir
şeyde toplama, odaklama.
hüsün:
güzellik.
ibka:
devamlı, sürekli; sürek-
lilik kazandırma.
ifade etmek:
anlatmak, açık-
lamak.
istidad-ı muhabbet:
sevme
kabiliyeti, yeteneği.
itikat etmek:
inanmak.
kabahat:
kusur, suç.
kat-ı alâka:
alâkayı, ilgiyi kes-
mek.
lâyık:
uygun, yaraşır.
mahbubat:
sevilenler.
mahbub-i Bâkî:
daimî, ölüm-
süz, sevgili, kalıcı sevgili olan
Allah.
mahbup:
sevilen.
malik:
sahip.