cibillî şefkat ve hiss-i karabetten gelen bir muhabbet de-
ğil, belki vazife-i nübüvvetin bir hayt-ı nuranîsinin bir ucu
ve veraset-i nebeviyenin gayet ehemmiyetli bir cemaati-
nin menşei, mümessili, fihristesi cihetiyledir.
evet, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i
Hasan’ı (
rA
) kemal-i şefkatinden kucağına alarak başını
öpmesiyle,
(1)
Hazret-i Hasan’dan (
rA
) teselsül eden nura-
nî nesl-i mübareğinden, gavs-ı Azam olan Şah-ı geylânî
gibi, çok mehdî-misal verese-i nübüvvet ve hamele-i şe-
riat-ı Ahmediye (
AsM
) olan zatların hesabına Hazret-i Ha-
san’ın (
rA
) başını öpmüş. Ve o zatların istikbalde edecek-
leri hizmet-i kudsiyelerini nazar-ı nübüvvetle görüp takdir
ve istihsan etmiş. Ve takdir ve teşvike alâmet olarak Haz-
ret-i Hasan’ın (
rA
) başını öpmüş.
Hem, Hazret-i Hüseyin’e karşı gösterdikleri fevkalâde
ehemmiyet ve şefkat, Hazret-i Hüseyin’in (
rA
) silsile-i nu-
raniyesinden gelen zeynelabidin, Cafer-i sadık gibi eim-
me-i âlişan ve hakikî verese-i nebeviye gibi pek çok meh-
dî-misal zevat-ı nuraniyenin namına ve din-i İslâm ve va-
zife-i risalet hesabına boynunu öpmüş,
(2)
kemal-i şefkat
ve ehemmiyetini göstermiştir.
evet, zat-ı Ahmediyenin (
AsM
) gaybaşina kalbiyle,
dünyada Asr-ı saadetten ebed tarafında olan meydan-ı
haşri temaşa eden ve yerden cenneti gören ve zeminden
gökteki melâikeleri müşahede eden ve zaman-ı
Âdem’den beri mazi zulümatının perdeleri içinde gizlen-
miş hâdisatı gören, hatta zat-ı zülcelâl’in rü’yetine maz-
har olan nazar-ı nuranîsi, çeşm-i istikbalbinîsi, elbette
alâmet:
belirti, işaret.
aleyhissalâtü vesselâm:
“salât ve
selâm onun üzerine olsun,” anla-
mında Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’e dua.
asr-ı Saadet:
Peygamberimiz
(asm) ve dört halifenin yaşadığı
devire verilen ad.
cemaat:
topluluk.
cibillî:
yaratılıştan gelen soy ya-
kınlığıyla ilgili.
cihet:
yan, yön, sebep.
çeşm-i istikbalbinî:
geleceği gö-
ren göz.
din-i İslâm:
İslâm dinî.
ebed:
sonsuzluk.
ehemmiyet:
önem.
eimme-i âlişan:
çok yüksek mer-
tebesi ve büyük kıymeti olan
imamlar.
elbette:
şüphesiz, her hâlde.
fevkalâde:
olağanüstü.
fihriste:
öz, özet liste.
gavs-ı azam:
en büyük gavs, Ab-
dülkadir-i Geylânî hazretlerinin na-
mı.
gaybaşina:
gaybı bilen, görünme-
yenden haber veren.
gayet:
pek çok, son derece.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hamele-i şeriat-i ahmediye:
pey-
gamber efendimizin getirdiği dini
nesilden nesle taşıyanlar, temsil
edenler.
hayt-ı nuranî:
nurlu, bağlantı.
hiss-i karabet:
yakınlık, akrabalık
hissi.
hizmet-i kudsiye:
mukaddes, te-
miz hizmet.
istihsan etme:
güzel bulma, be-
ğenme.
istikbal:
gelecek.
kemal-i şefkat:
mükemmel şef-
kat, merhamet.
mazhar olan:
nail olan, erişen, ka-
vuşan.
mazi:
geçmiş zaman.
mehdîmisal:
mehdî gibi.
melâike:
melekler.
menşe:
esas, kök.
meydan-ı haşir:
haşir meydanı.
muhabbet:
sevgi.
mümessil:
temsilci.
müşahede eden:
seyreden, göz-
lemleyen.
namına:
adına.
nazar-ı nuranî:
nurlu, aydınlık ba-
kış.
nazar-ı nübüvvet:
peygamberlik,
peygamber bakışı.
nesl-i mübarek:
mübarek ve te-
miz nesil.
nuranî:
nurlu, ışık saçan.
resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rîm olan peygamber, Hz. Muham-
med (asm).
rü’yet:
Allah’ı ve tecellilerini kalb
gözü ile seyretme.
silsile-i nuraniye:
nurlu nesil.
Şah-ı Geylânî:
Şeyh Abdülka-
dir Geylânî.
şefkat:
içten ve karşılıksız
merhamet, sevgi.
takdir:
beğenme, değer ver-
me.
temaşa etmek:
bakmak sey-
retmek.
teselsül:
zincirleme.
teşvik:
şevklendirmek, cesa-
ret vermek.
vazife-i nübüvvet:
peygam-
berlik görevi.
vazife-i risalet:
peygamberlik
görevi.
veraset-i nebeviye:
peygam-
ber vârisliği, vekilliği.
verese-i Nebeviye:
Peygam-
berimizin vârisleri, mirasçıları.
verese-i Nübüvvet:
peygam-
berlik vârisliği.
zaman-ı Âdem:
Hz. Âdem za-
manı.
zat:
kişi, şahıs.
zat-ı ahmediye:
Hz. Peygam-
berin zatı, kişiliği.
Zat-ı Zülcelâl:
celâl ve büyük-
lük sahibi zat, Allah.
zemin:
yeryüzü.
zevat-ı nuraniye:
nurlu, ay-
dın kimseler.
zulümat:
karanlıklar.
1.
Müsned, 5:47; Taberanî, Mu'cemü'l-Kebir, 3:32, 22:274.
2.
İbniMâce, Mukaddime: 11; Müsned, 4:172.
d
ördÜncÜ
l
em
’
a
| 42 | Lem’aLar