Lem'alar - page 49

hakkındaki ifrat-ı muhabbet nasarâ için tehlikeli olduğu
gibi, Hazret-i Ali
(
rA
)
hakkında da o tarzda ifrat-ı muhab-
bet, hadis-i sahihte tehlikeli olduğu tasrih edilmiş.
(1)
Şia-i Velâyet eğer dese ki
: “Hazret-i Ali’nin
(
rA
)
kema-
lât-ı fevkalâdesi kabul olunduktan sonra Hazret-i sıddık’ı
(
rA
)
ona tercih etmek kabil olmuyor.”
Elcevap
: Hazret-i sıddık-ı ekber’in ve Faruk-ı Azam’ın
(
rA
)
şahsî kemalâtıyla ve veraset-i nübüvvet vazifesiyle
zaman-ı hilâfetteki kemalâtıyla beraber bir mizanın kefe-
sine; Hazret-i Ali’nin
(
rA
)
şahsî kemalât-ı harikasıyla hilâ-
fet zamanındaki dahilî, bilmecburiye girdiği elîm vakı-
alardan gelen ve suizanlara maruz olan hilâfet mücahe-
deleri beraber mizanın diğer kefesine bırakılsa, elbette
Hazret-i sıddık’ın
(
rA
)
veyahut Faruk’un
(
rA
)
veyahut zin-
nureyn’in
(
rA
)
kefesi ağır geldiğini ehl-i sünnet görmüş,
tercih etmiş.
Hem, on İkinci ve Yirmi dördüncü sözlerde ispat edil-
diği gibi, nübüvvet, velâyete nispeten derecesi o kadar
yüksektir ki, nübüvvetin bir dirhem kadar cilvesi, bir bat-
man kadar velâyetin cilvesine müreccahtır. Bu nokta-i na-
zardan, Hazret-i sıddık-ı ekber’in
(
rA
)
ve Faruk-ı Azam’ın
(
rA
)
veraset-i nübüvvet ve tesis-i ahkâm-ı risalet nokta-
sında
(2)
hisseleri taraf-ı İlâhîden ziyade verildiğine, hilâ-
fetleri zamanlarındaki muvaffakıyetleri ehl-i sünnet ve
Cemaatçe delil olmuş. Hazret-i Ali’nin
(
rA
)
kemalât-ı
şahsiyesi, o veraset-i nübüvvetten gelen o ziyade hisseyi
hükümden ıskat edemediği için, Hazret-i Ali
(
rA
)
,
Lem’aLar | 49 |
d
ördÜncÜ
l
em
a
hadis.
Hazret-i Sıddık-ı ekber:
doğruluk-
tan asla taviz vermeyen en bü-
yük insan, Hz. Ebu Bekir’in lâkabı.
hilâfet:
Hz. Peygamberin vekilliği,
halifelik.
hisse:
pay.
hükümden ıskat etmek:
değer-
den düşürmek.
ifrat-ı muhabbet:
sevgide, sev-
mede aşırı gitme.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
kabil:
olabilir, mümkün.
kemalât:
mükemmel ve üstün
özellikler.
kemalât-ı fevkalâde:
olağan üs-
tü mükemmel özellikler.
kemalât-ı harika:
olağanüstü üs-
tünlük ve mükemmellikler.
kemalât-ı şahsiye:
şahsî olan mü-
kemmel özellikler.
maruz:
bir şeyin karşısında hedef
olma, muhataplık.
mizan:
terazi.
muvaffakıyet:
muvaffak olma,
başarma.
mücahede:
cihad etme, mücade-
le.
müreccah:
tercih edilen, seçilen.
nasarâ:
Hristiyanlar.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak,
oranla.
nokta-i nazar:
bakış açısı.
nübüvvet:
peygamberlik.
suizan:
birisi hakkında kötü dü-
şünme.
şahsî:
kendine ait, özel.
Şia-i Velâyet:
Hz. Ali’nin velî ve
manevî makamının yüceliğini ön
plânda tutan Şiîlik.
taraf-ı İlâhîden:
Allah tarafından.
tarz:
biçim, suret.
tasrih etme:
açıkça söyleme.
tercih:
seçme.
tesis-i ahkâm-ı risalet:
peygam-
berlik hükümlerinin tesisi, kurul-
ması, uygulanması.
vakıa:
olay.
vazife:
görev.
velâyet:
velîlik, Allah dostluğu.
veraset-i Nübüvvet:
Peygamber
vârisliği, vekilliği.
zaman-ı hilâfet:
hilâfet zamanı,
halifelik devri.
Zinnureyn:
iki nurun sahibi. Hz.
Osman’ın bir lâkabı.
ziyade:
çok, fazla.
batman:
iki kilo ile sekiz kilo
arasında değişen eski bir ağır-
lık ölçüsü.
bilmecburiye:
mecburen, zo-
runlu olarak.
cilve:
görünme, ortaya çıkma,
yansıma.
dahilî:
içe ait.
delil:
bir meseleyi ispatlayan
şey, bürhan.
dirhem:
yaklaşık üç grama
denk olan bir ağırlık ölçüsü.
ehl-i Sünnet ve Cemaat:
İs-
lâm’ın ilk günkü safiyetiyle ka-
bul ederek Hz. Peygamberin
sünnetinden ve yolundan ay-
rılmayanlar.
ehl-i Sünnet:
İslâm’ın ilk gün-
kü safiyetiyle kabul ederek Hz.
Peygamberin sünnetinden ve
yolundan ayrılmayanlar.
elbette:
şüphesiz, her hâlde.
elîm:
elem acı veren, üzücü.
Faruk:
Hz. Ömer için kullanıl-
mış bir sıfât.
Faruk-ı azam:
gerçek ile yan-
lışı birbirinden ayıran mana-
sında Hz. Ömer’in (ra) bir ismi.
hadis-i sahih:
doğruluğu se-
net ve delillerle ispatlanmış
1.
Buharî, Tarihü'l-Kebir, 1:257; Ahmed İbni Hanbel, Fezailü's-Sahabe, h.no: 1087, 1221, 1222;
Heysemî, Mecmaü'z-Zevaid, 9:122; İbnü'l-Cevzî, İleli'l-Mütenahiye, 1:223.
2.
Buharî, Fezailü'l-Ashab: 6; Müslim, Fezailü's-Sahabe: 15-16; Timizî, Rüya: 9.
1...,39,40,41,42,43,44,45,46,47,48 50,51,52,53,54,55,56,57,58,59,...1406
Powered by FlippingBook