S
URE-İ
F
ETHİN
bu üç ayetinin çok vücuh-i i’cazı var-
dır. kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın on vücuh-i külliye-i i’cazi-
yesinden ihbar-ı bilgayp vechi, şu üç ayette, yedi sekiz ve-
cihle görünüyor.
BİrİNCİSİ
(1)
Én
jrD
ht
ôdG o
¬n
dƒ°o
Sn
Q *G n
¥n
ó°n
U r
ón
?n
d
ilâahir. Feth-i Mekke’yi vu-
kuundan evvel kat’iyetle haber veriyor. İki sene sonra,
haber verdiği tarzda vuku bulmuştur.
İKİNCİSİ
(2)
Ék
Ñj/
ôn
b Ék
ër
àn
a n
?p
d'
P p
¿ho
O r
øp
e n
?n
©n
én
a
ifade ediyor ki: sulh-i
Hudeybiye, çendan zahirî İslâm aleyhinde görülmüş ve
kureyşîler bir derece galip görünmüş olduğu hâlde, ma-
nen, sulh-ı Hudeybiye manevî büyük bir fetih hükmünde
olacak ve sair fütuhatın da anahtarı olacak diye ihbar edi-
yor.
Filhakika, sulh-ı Hudeybiye ile, çendan maddî kılıç kı-
lıfına muvakkaten konuldu. Fakat kur’ân-ı Hakîm’in bâ-
rikaâsâ elmas kılıcı çıktı; kalbleri, akılları fethetti. Musalâ-
ha münasebetiyle birbiriyle ihtilât ettiler. Mehasin-i İslâ-
miyet, envar-ı kur’âniye, inat ve taassubat-ı kavmiye per-
delerini yırtarak, hükmünü icra ettiler. Meselâ, bir dâhi-
ye-i harb olan Halid bin Velid ve bir dâhiye-i siyaset olan
Amr İbnü’l-Âs gibi, mağlûbiyeti kabul etmeyen zatlar,
sulh-ı Hudeybiye ile cilvesini gösteren seyf-i kur’ânî
akılları fethetmek:
akılları ikna
ile açıp, inandırmak.
aleyh:
karşı, karşıt.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bârikaâsâ:
şimşek gibi.
cilve:
tecelli, belirme.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
dâhiye-i harb:
çok becerikli bü-
yük komutan.
dâhiye-i siyaset:
siyaset konu-
sunda üstün dehası olan.
derece:
ölçü, mertebe.
elmas:
çok değerli.
envar-ı Kur’âniye:
Kur’ân nurları.
evvel:
önce.
Feth-i mekke:
Mekke’nin Pey-
gamber Efendimiz tarafından fet-
hi.
fetih:
zafer, galebe.
filhakika:
gerçekte, işin doğrusu.
fütuhat:
zaferler, fetihler.
galip:
üstün gelen.
hak:
doğru, gerçek.
hükmünde olmak:
değerinde, ye-
rinde olmak.
hüküm:
karar, emir.
icra:
yürütme, fiile geçirme.
ifade etme:
anlatma, söyleme.
ihbar etme:
haber verme, bildir-
me.
ihbar-ı bilgayb:
bilinmeyen, gö-
rünmeyen âlemden gelen haber-
ler.
ihsan:
bağış, lütuf, yardım.
ihtilât:
karışma.
ilâahir:
sonuna doğru.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve Su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm.
Kureyşî:
Kureyşli olanlar.
mağlûbiyet:
yenilme, yenilgi.
manen:
mana bakımından,
manaca.
manevî:
manaya ait, manevî
yönden.
mehasin-i İslâmiyet:
İslâmi-
yetin güzellikleri.
meselâ:
misal olarak.
musalâha:
barışma, sulh.
muvakkaten:
geçici olarak.
münasebet:
alâka, yakınlık.
resul:
Allah’ın elçisi, peygam-
ber.
sair:
diğer, öteki.
seyf-i Kur’ânî:
Kur’ân’ın kılıcı.
Sulh-i Hudeybiye:
Hudeybiye
Barışı.
Sure-i Fetih:
Fetih Suresi.
taassubat-ı kavmiye:
kendi
kavmini, ırkını üstün tutma.
tarz:
biçim, suret.
tasdik etmek:
doğrulamak,
onaylamak.
vecih:
cihet, yön.
vuku:
olma, meydana gelme.
vücuh-i i’caz:
mu’cizelik yön-
leri.
vücuh-i külliye-i i’caziye:
pek
çok yönleriyle mu’cize oluşu.
zahirî:
görünürde, görünen.
zat:
kişi.
1.
And olsun ki Allah, Resulünün gördüğü rüyanın hak olduğunu tasdik etti. (Fetih Suresi: 27.)
2.
Bundan önce size yakın bir fetih daha ihsan etti. (Fetih Suresi: 27.)
Y
edinci
l
em
’
a
| 56 | Lem’aLar