bunlar Hazret-i Ali’yi
(
rA
)
fevkalâde sevmek davasında ol-
dukları hâlde tenkis ediyorlar ve suiahlâkta bulunduğunu
onların mezhepleri iktiza ediyor. Çünkü diyorlar ki, “Haz-
ret-i sıddık
(
rA
)
ile Hazret-i ömer
(
rA
)
haksız oldukları
hâlde Hazret-i Ali
(
rA
)
onlara mümaşat etmiş, Şia ıstıla-
hınca takiyye etmiş, yani onlardan korkmuş, riyakârlık et-
miş.”
(1)
Acaba böyle kahraman-ı İslâm ve “esedullah” ün-
vanını kazanan
(2)
ve sıddıkların kumandanı ve rehberi
olan bir zatı riyakâr ve korkaklıkla ve sevmediği zatlara
tasannukârâne muhabbet göstermekle ve yirmi seneden
ziyade havf altında mümâşat etmekle, haksızlara tebaiye-
ti kabul etmekle muttasıf görmek, ona muhabbet değil-
dir. o çeşit muhabbetten Hazret-i Ali
(
rA
)
teberri eder.
İşte, ehl-i hakkın mezhebi hiçbir cihetle Hazret-i Ali’yi
(
rA
) tenkis etmez, suiahlâk ile itham etmez, öyle bir
harika-i şecaate korkaklık isnat etmez ve derler ki: “Haz-
ret-i Ali
(
rA
)
Hulefa-i raşidîni hak görmeseydi, bir daki-
ka tanımaz ve itaat etmezdi. demek ki, onları haklı ve
racih gördüğü için, gayret ve şecaatini hakperestlik yolu-
na teslim etmiş.”
(3)
El hâs ı l
: Her şeyin ifrat ve tefriti iyi değildir. İstikamet
ise, hadd-i vasattır ki,
(4)
ehl-i sünnet ve Cemaat onu ihti-
yâr etmiş. Fakat, maatteessüf, ehl-i sünnet ve Cemaat
perdesi altına Vehhabîlik ve Haricîlik fikri kısmen girdiği
gibi, siyaset meftunları ve bir kısım mülhitler, Hazret-i
Ali’yi
(
rA
)
tenkit ediyorlar. Hâşâ, siyaseti bilmediğinden
hilâfete tam liyakat göstermemiş, idare edememiş
Lem’aLar | 51 |
d
ördÜncÜ
l
em
’
a
benzersiz olan.
hâşâ:
Allah göstermesin, uzak ol-
sun.
havf:
korku.
hilâfet:
Hz. Peygamberin vekilliği.
Hulefa-i raşidîn:
doğru yolda olan
dört büyük halife.
ıstılah:
bilinen genel anlamının dı-
şında özel bir anlamda kullanılan
kelime, kavram.
idare etmek:
yönetmek, bir işi yü-
rütmek.
ifrat:
aşırı gitme.
ihtiyâr etmek:
seçmek, tercih et-
mek.
iktiza etme:
gerektirme.
isnat etme:
dayandırma, nispet
etme.
istikamet:
doğruluk, adaletli ha-
reket.
itaat etme:
boyun eğme, uyma.
itham etme:
suçlama.
kahraman-ı İslâm:
İslâm kahra-
manı.
liyakat:
değerlilik, ehliyet.
maatteessüf:
üzüntüyle ifade et-
mek gerekir ki.
meftun:
müptelâ, düşkün.
mezhep:
dinde tutulan yol.
muttasıf:
nitelenmiş, belirgin özel-
liğe sahip.
mülhit:
İslâm dininden ayrılan,
dinsiz.
mümaşat etme:
bir kimsenin fik-
rine katılıyormuş gibi görünme.
racih görmek:
daha üstün gör-
mek.
riyakâr:
gösterişçi.
sıddık:
çok doğru, çok bağlı.
suiahlâk:
kötü ahlâk, ahlâksızlık.
şecaat:
yiğitlik, cesurluk.
Şia:
Hz. Ali’nin taraftarlığını esas
alan topluluk.
takiyye etmek:
çekinme, gerçek
fikrini söylememek, korkup iki
yüzlülük etmek.
tasannukârâne:
riya ve gösteriş
için.
tebaiyet:
tâbi olma, uyma.
teberri etme:
yüz çevirme, sakın-
ma.
tefrit:
tersine aşırılık, ilgisizlik.
tenkis etme:
kusurlu görme, de-
ğerini düşürme; noksanlaştırma.
tenkit etme:
eleştirme.
ünvan:
lâkap.
Vehhabîlik:
Muhammed bin Ab-
dülvehhab’ın sebep olduğu, İslâ-
mî bazı konularda aşırılıkları olan
Müslüman bir akım.
zat:
kişi.
ziyade:
fazla.
cihet:
yön, taraf.
dava:
iddia.
ehl-i hak:
doğru ve hak yolda
olan kimseler.
ehl-i Sünnet ve Cemaat:
İs-
lâm’ın ilk günkü safiyetiyle ka-
bul ederek Hz. Peygamberin
sünnetinden ve yolundan ay-
rılmayanlar.
elhâsıl:
sonuç olarak, özetle.
esedullah:
Allah’ın aslanı, Hz.
Ali’nin (ra) lâkabı.
fevkalâde:
olağanüstü.
gayret:
çalışma, çabalama.
hadd-i vasat:
orta derece.
hak:
doğru.
hakperest:
doğruluktan ve
haktan ayrılmayan.
Haricî:
Sıffin Savaşında hakem
olayını kabul etmeyerek, Hz.
Ali’nin ordusundan ayrılıp is-
yan eden topluluk.
harika-i şecaat:
yiğitlik hari-
kası, cesaret ve yüreklilikte
1.
Razî, İtikadatü' Firakı'l-Müslimîn ve'l-Müşrikîn, 1:60, 61; İbni Teymiye, Minhacü's-Sünne, 6:320.
2.
Ahmed bin Abdullah Taberî, Riyazu'n-Nâzıra, 1:245, Zehairu'l-Ukba, 1:92.
3.
İbni Ebi'l-Hadîd, ŞerhuNehci'l-Belâga, 1:130-132.
4.
Beyhakî, Şuabü'l-İman, 3:402, 5:261; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:470.