evet, Âl-i Beytin efradı ise, itikat ve iman hususunda
sairlerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve ta-
rafgirlikte çok ileridedirler. Çünkü İslâmiyete fıtraten, nes-
len ve cibilliyeten taraftardırlar. Cibillî taraftarlık zayıf ve
şansız, hatta haksız da olsa bırakılmaz. nerede kaldı ki,
gayet kuvvetli, gayet hakikatli, gayet şanlı bütün silsile-i
ecdadı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını feda et-
tikleri bir hakikate taraftarlık, ne kadar esaslı ve fıtrî ol-
duğunu bilbedahe hisseden bir zat, hiç taraftarlığı bırakır
mı? ehl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî İslâmiyet ci-
hetiyle din-i İslâm lehinde edna bir emareyi kuvvetli bir
bürhan gibi kabul eder. Çünkü fıtrî taraftardır. Başkası
ise, kuvvetli bir bürhan ile sonra iltizam eder.
DörDüNCü NüKte
üçüncü nükte münasebetiyle, Şialarla ehl-i sünnet ve
Cemaatin medar-ı nizaı, hatta akaid-i imaniye kitapları-
na ve esasat-ı imaniye sırasına girecek derecede büyütül-
müş bir meseleye
(1)
kısaca bir işaret edeceğiz. Mesele şu-
dur:
Ehl-i Sünnet ve Cemaat der ki
: “Hazret-i Ali (
rA
)
Hulefa-i erbaanın dördüncüsüdür. Hazret-i sıddık (
rA
) da-
ha efdaldir ve hilâfete daha müstahak idi ki, en evvel o
geçti.”
(2)
Şialar derler ki
: “Hak Hazret-i Ali’nin (
rA
) idi. ona hak-
sızlık edildi. Umumundan en efdal Hazret-i Ali’dir.” da-
valarına getirdikleri delillerin hulâsası:
De r l e r k i
: Hazret-i Ali (
rA
) hakkında varit ehadis-i
nebeviye
(3)
ve Hazret-i Ali’nin (
rA
) “Şah-ı Velâyet”
Lem’aLar | 45 |
d
ördÜncÜ
l
em
’
a
bul ederek Hz. Peygamberin sün-
netinden ve yolundan ayrılmayan-
lar.
emare:
alâmet, belirti.
esasat-ı imaniye:
iman esasları.
feda etmek:
gözden çıkarmak,
uğruna vermek.
fıtraten:
yaratılış bakımından.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki.
gayet:
çok, son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
Hazret-i ali:
Peygamberin dama-
dı olan İslâmiyetin dördüncü hali-
fesi.
Hazret-i Sıddık:
Hz. Ebu Bekir.
hilâfet:
Hz. Peygambere vekil ola-
rak Müslümanları ve İslâmlığı ko-
ruma görevi.
hulâsa:
özetle, kısaca.
Hulefa-i erbaa:
dört büyük halife.
iltizam:
sıkıca sarılma, taraftarlık
yapma.
iman:
inanma, itikat.
İslâmiyet:
Müslümanlık.
itikat:
Allah’a inanma, iman.
leh:
onun için. lehinde; onun fay-
dasına, tarafına.
medar-ı niza:
kavga, çekişme se-
bebi.
mesele:
önemli konu, problem.
müstahak:
hak eden, uygun olan.
neslen:
soy zinciri açısından.
nükte:
derin ve ince manalı söz.
sair:
diğer, öteki.
silsile-i ecdat:
atalar silsilesi, soy
zinciri.
Şah-ı Velâyet:
evliyalık yolunun
şahı, sultanı manasında olan Hz.
Ali’nin lâkabı.
şan:
şöhret, ün.
şeref:
seçkinlik, onur.
Şia:
Hz. Ali’nin taraftarlığını esas
alan topluluk.
şiddet-i iltizam:
şiddetli bağlılık,
taraftarlık.
tarafgirlik:
taraf tutma.
umum:
genel, bütün.
varit:
ulaşan, söylenen.
zat:
kişi, şahıs.
akaid-i imaniye:
imanî esas-
lar, imanla ilgili hükümler.
Âl-i Beyt:
Hz. Muhammed’in
(asm) ailesinden olan.
bilbedahe:
açıkça, aşikâr ola-
rak.
bürhan:
hüccet, delil.
cibillî:
yaratılıştan gelen, ge-
netik olan.
cibilliyet:
yaratılıştan olan, ge-
netik, soy oluş.
cihet:
yön, taraf.
dava:
iddia.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, bürhan.
din-i İslâm:
İslâm dinî.
edna:
çok küçük.
efdal:
en faziletli, üstün.
efrat:
fertler, bireyler.
ehadis-i Nebeviye:
Hz. Pey-
gamber tarafından söylenen,
hadisler, sözler.
ehl-i Beyt:
Peygamberimizin
(asm) soyundan olan ve onun
neslinden olanlar.
ehl-i Sünnet ve Cemaat:
İs-
lâm’ın ilk günkü safiyetiyle ka-
1.
Taftazanî, Şerhü'l-Akaid, Terc.: Süleyman Uludağ, s 321.
2.
Ahmed İbni Hanbel, Akîde, 1:123.
3.
Tirmizî, Menakıb: 19; İbniMâce, Mukaddime: 11; Müsned, 1:84, 4:281.