İk inc i Vec ih
: Şu fıkra ihbar ediyor ki, sahabeler çen-
dan azlığından ve zaafından sulh-ı Hudeybiye’yi kabul et-
mişler; elbette, her hâlde az bir zamandan sonra sür’aten
öyle bir inkişaf ve ihtişam ve kuvvet kesb edecekler ki,
rûy-i zemin tarlasında dest-i kudretle ekilen, nev-i beşe-
rin o zamanda gafletleri cihetiyle kısa, kuvvetsiz, nakıs,
bereketsiz sümbüllerine nispeten gayet yüksek ve kuvvetli
ve meyvedar ve bereketli bir surette çoğalacaklar ve kuv-
vet bulacaklar ve haşmetli hükûmetleri gıptadan, haset-
ten ve kıskançlıktan gelen bir gayz içinde bırakacaklar.
evet, istikbal bu ihbar-ı gaybîyi çok parlak bir surette gös-
termiştir.
Şu ihbarda hafî bir ima daha var ki: sahabeyi tavsi-
fat-ı mühimme ile sena ederken, en büyük bir mükâfatın
vaadi makamca lâzım geldiği hâlde
(1)
k
In
ôp
Ør
¨n
e
kelimesiyle
işaret ediyor ki, istikbalde sahabeler içinde fitneler vası-
tasıyla mühim kusurlar olacak. Çünkü mağfiret kusurun
vukuuna delâlet eder. Ve o zamanda sahabeler naza-
rında en mühim matlûp ve en yüksek ihsan, mağfiret
olacak. Ve en büyük mükâfat ise, af ile, mücazat etme-
mektir.
k
In
ôp
Ør
¨n
e
kelimesi nasıl bu lâtif imayı gösteriyor; öyle de,
surenin başındaki
(2)
n
ôs
Nn
Én
J Én
en
h n
?p
Ñr
fn
P r
øp
e n
?s
ón
?n
J Én
e *G n
?n
d n
ôp
Ør
¨n
«p
d
cümlesiyle münasebettardır. surenin başı –hakikî günah-
lardan mağfiret değil; çünkü ismet var, günah yok– belki
makam-ı nübüvvete lâyık bir mana ile peygambere
af:
bağışlama, affetme.
bereketli:
bol, verimli, hayırlı.
bereketsiz:
kendisinden beklenen
yararlığı sağlamayan, hayırsız.
cihet:
yön, taraf.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
delâlet etme:
delil olma, göster-
me.
dest-i kudret:
Allah’ın kudret eli.
fıkra:
bend, madde.
fitne:
karışıklık, fesat.
gaflet:
gafillik; Allah’ın emir ve ya-
saklarına duyarsız davranma hâli.
gayet:
çok, son derece.
gayz:
kin, öfke.
gıpta:
imrenme.
günah:
Allah’ın emirlerine aykırı
davranış, dinî suç.
hafî:
gizli.
hakikî:
gerçek.
haset:
kıskançlık.
haşmetli:
görkemli, büyük, gös-
terişli.
hükûmet:
yönetim, devlet.
ihbar:
haber verme, bildirme.
ihbar-ı gaybî:
bilinmeyen ve gö-
rünmeyen şeyler hakkında haber
verme.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
ihtişam:
büyük gösteriş, görkem.
ima:
işaret, belirti.
inkişaf:
açılma, gelişme.
ismet:
günahsızlık.
istikbal:
gelecek.
kesb etme:
kazanma.
kusur:
eksiklik, özür.
lâtif:
hoş, güzel.
lâyık:
uygun, münasip.
mağfiret olmak:
Allah tarafından
bağışlanmak.
mağfiret:
Allah’ın, kullarının gü-
nahlarını bağışlaması, affetmesi.
makamca:
yerine göre.
makam-ı Nübüvvet:
Peygamber-
lik makamı.
mana:
anlam.
matlûp:
talep edilen, istenilen.
meyvedar:
meyveli.
mücazat etmemek:
ceza ver-
memek.
mühim:
önemli.
mükâfat:
ödül.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
nakıs:
noksan, eksik.
nazar:
bakış, dikkat.
nev-i beşer:
bütün insanlar.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya;
bir dereceye kadar.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
Sahabe:
Hz. Muhammed’in
mübarek yüzünü görmekle
şereflenen ve onun sohbetle-
rine katılan mü’min kimse.
sena etme:
överek bahsetme.
Sulh-ı Hudeybiye:
Hudeybiye
Barışı.
Sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldı-
ğı 114 bölümden her biri.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sür’aten:
sür’at, hız bakımın-
dan.
tavsifat-ı mühimme:
önemli
özelliklerini güzel bir şekilde
söyleme.
vaat:
söz.
vasıta:
aracılık.
vecih:
yön.
vuku:
olma, meydana gelme.
zaaf:
zayıflık.
1.
Mağfiret olarak... (Fetih Suresi: 29.)
2.
Tâ ki Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın. (Fetih Suresi: 2.)
Y
edinci
l
em
’
a
| 62 | Lem’aLar