alâka-i kalbi keser. eğer kesmezse, mahbupları adedince
manevî cerihalar oluyor.
İkinci cümle olan
=
? /
bÉ n
Ñr
dG n
âr
fn
G =
? /
bÉn
H Én
j
o hadsiz cerihalara
hem merhem, hem tiryak oluyor. Yani, “
Yâ Bâkî, ma-
dem Sen bâkîsin; yeter, her şeye bedelsin. Madem Sen
varsın; her şey var.”
evet, mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ih-
san ve kemal, umumiyetle Bâkî-i Hakikî’nin hüsün ve ih-
san ve kemalâtının işaratı ve çok perdelerden geçmiş za-
yıf gölgeleridir, belki cilve-i esma-i Hüsnanın gölgelerinin
gölgeleridir.
İKİNCİ NüKte
İnsanın fıtratında bekaya karşı gayet şedit bir aşk var.
Hatta her sevdiği şeyde kuvve-i vahime cihetiyle bir nevi
beka tevehhüm eder, sonra sever. ne vakit zevalini dü-
şünse veya görse, derinden derine feryat eder. Bütün fi-
raklardan gelen feryatlar, aşk-ı bekadan gelen ağlamala-
rın tercümanlarıdır. eğer tevehhüm-i beka olmazsa mu-
habbet edemez. Hatta denilebilir ki, âlem-i bekanın ve
ebedî cennetin bir sebeb-i vücudu, şu mahiyet-i insaniye-
deki o şiddetli aşk-ı bekadan çıkan gayet kuvvetli arzu-i
beka ve beka için fıtrî, umumî duadır ki, Bâkî-i zülcelâl,
o şedit, sarsılmaz, fıtrî arzuyu, o tesirli, kuvvetli, umumî
duayı kabul etmiştir ki, fânî insanlar için bâkî bir âlemi
halk etmiş.
Hem hiç mümkün müdür ki, Fâtır-ı kerîm, Hâlık-ı
rahîm, küçük midenin cüz’î arzusunu ve muvakkat bir
alâka-i kalb:
kalb bağlılığı, ilgisi,
kalben bağlanma, ilgilenme.
âlem:
cihan, dünya.
âlem-i beka:
sonsuzluk âlemi, ahi-
ret yurdu.
arzu-i:
sonsuzluk isteği.
aşk-ı beka:
ebedî hayat aşkı, son-
suzluk aşkı.
bâkî:
ebedî, kalıcı.
Bâkî-i Hakikî:
gerçek manada var-
lığı sonsuz olan Allah.
Bâkî-i Zülcelâl:
kendi varlığı son-
suza kadar devam eden, heybet,
büyüklük ve haşmet sahibi olan
Allah.
bedel:
değer.
beka:
bâkîlik, devamlılık.
ceriha:
yara.
cihet:
yön.
cilve-i esma-i Hüsna:
Allah’ın
isimlerinin varlıklardaki cilveleri,
yansıma ve görüntüleri.
cüz’î:
küçük.
ebedî:
sonsuz, sürekli.
fânî:
ölümlü, geçici.
Fâtır-ı Kerîm:
sonsuz ikram ve lü-
tuf sahibi olan ve varlıkları ben-
zersiz olarak yaratan Allah.
feryat:
sızlanma, şikâyet.
fıtrat:
yaratılış, mizaç, karekter.
fıtrî:
yaratılıştan gelen, doğal.
firak:
ayrılık.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hâlık-ı rahîm:
sonsuz merhamet
Ü
çÜncÜ
l
em
’
a
| 34 | Lem’aLar
ve şefkat sahibi yaratıcı, Allah.
halk etmek:
yaratmak.
hüsün:
güzellik.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
işarat:
işaretler, belirtiler.
kemal:
olgunluk, mükemmel-
lik.
kemalât:
kusursuz özellikler,
mükemmellikler.
kuvve-i vahime:
vehim ve
hayal duygusu.
mahbup:
sevilen, sevgili.
mahiyet-i insaniye:
insanın
esası, iç yüzü, aslı.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan, ruhî.
merhem:
yaraya sürülen ilâç.
mevcudat:
var olan her şey,
yaratılmışlar.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muvakkat:
geçici.
nevi:
çeşit, tür.
nükte:
derin ve ince manalı
söz.
perde:
örtü.
sebeb-i muhabbet:
muhab-
betin, sevginin sebebi.
sebeb-i vücut:
varlık sebebi.
şedit:
şiddetli.
tercüman:
çeşitli durum, mak-
sat veya duyguları ifade etme
vasıtası.
tesir:
etki.
tevehhüm:
vehimlenme, ku-
runtuya kapılma, zannetme,
şüphelenme.
tevehhüm-i beka:
sonsuza
kadar yaşayacağını sanmak.
tiryak:
en iyi çare, derman,
ilâç.
umumî:
genel.
umumiyetle:
genellikle.
zeval:
sona erme, yok olma.