hafifleşe hafifleşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider.
Bu hakikati ifade için bir vakit böyle demiştim:
Bırak, ey bîçare, feryadı belâdan; kıl tevekkül!
Zira feryat, belâ ender, hata ender belâdır bil.
Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender, atâ ender belâ-
dır bil.
Eğer bulmazsan, bütün dünya cefa ender, fenâ ender
belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük
bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.
Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O gül-
dükçe küçülür, eder tebeddül.
nasıl ki mübarezede müthiş bir hasma karşı gülmekle,
adavet musalâhaya, husumet şakaya döner, adavet küçü-
lür mahvolur;
(1)
tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi
öyledir.
Üçüncü Mese l e
: Her zamanın bir hükmü var. Şu
gaflet zamanında musibet şeklini değiştirmiş. Bazı zaman-
da ve bazı eşhasta belâ, belâ değil, belki bir lütf-i İlâhîdir.
Ben şu zamandaki hastalıklı sair musibetzedeleri –fakat
musibet dine dokunmamak şartıyla– bahtiyar gör-
düğümden, hastalık ve musibet aleyhtarı bulunmak
hususunda bana bir fikir vermiyor. Ve bana, onlara acı-
mak hissini iras etmiyor. Çünkü, hangi bir genç hasta ya-
nıma gelmiş ise, görüyorum, emsallerine nispeten bir de-
rece vazife-i diniyeye ve ahirete karşı merbutiyeti var. on-
dan anlıyorum ki, öyleler hakkında o nevi hastalıklar
Lem’aLar | 29 |
i
kinci
l
em
’
a
ğışı.
mahv:
yok, etme, ortadan kaldır-
ma.
merbutiyet:
bağlılık.
mesele:
problem, önemli konu.
musalâha:
barışma, uzlaşma.
musibet:
felâket, belâ, sıkıntı.
musibetzede:
belâya uğrayan, sı-
kıntıya düşen.
mübareze:
kavga, dövüşme.
müthiş:
korkunç.
nevi:
çeşit, tür.
nispeten:
kıyaslayarak.
safa ender:
safa içinde, gönül ra-
hatlığı içinde.
sair:
diğer, öteki.
tebeddül:
başkalaşma, değişme.
tevekkül:
Allah’a dayanma ve gü-
venme.
vazife-i diniye:
dini görevler, so-
rumluluk.
adavet:
düşmanlık.
ahiret:
kıyametten sonra ku-
rulacak olan sonsuz hayat yur-
du.
aleyhtar:
karşı olan.
atâ ender:
lütuf içinde, bağış
içinde.
bahtiyar:
bahtlı, mutlu.
belâ ender:
belâ, sıkıntı için-
de.
belâ:
musibet, sıkıntı.
bîçare:
çaresiz.
cefa ender:
eziyet, sıkıntı için-
de.
cihan:
dünya.
derece:
miktar, ölçü.
emsal:
eş, benzer.
eşhas:
şahıslar.
fenâ ender:
fenâ, yokluk için-
de.
feryat:
sızlanma, şikâyet.
fikir:
düşünme.
gaflet:
dikkatsizlik, umursa-
mazlık; Allah’tan uzaklaşıp
nefsinin arzularına dalmak.
hakikat:
gerçek.
hasım:
karşı taraf, düşman.
hata ender:
hata içinde.
hiss:
duygu.
husumet:
düşmanlık.
husus:
konu.
ifade:
anlatma.
iras etme:
verme, sebep ol-
ma.
kılma:
yapma, yerine getirme.
lütf-i İlâhî:
Allah’ın lütfu, ba-
1.
Fussılet Suresi: 34.