Lem'alar - page 25

demesi iktiza eder. Meşhur bir söz var ki, “
Musibet zama-
nı uzundur
.” evet, musibet zamanı uzundur. Fakat örf-i
nâsta zannedildiği gibi sıkıntılı olduğundan uzun değil, bel-
ki uzun bir ömür gibi hayatî neticeler verdiği için uzun-
dur.
DörDüNCü NüKte
Yirmi Birinci sözün Birinci Makamında beyan edildiği
gibi, Cenab-ı Hakkın insana verdiği sabır kuvvetini evham
yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fa-
kat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fânî ha-
yatı bâkî tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini mazi ve
müstakbele dağıtıp, hâl-i hazırdaki musibete karşı sabrı
kâfi gelmez, şekvaya başlar. Âdeta –hâşâ– Cenab-ı Hak-
kı insanlara şekva eder. Hem çok haksız bir surette ve di-
vanecesine şekva edip sabırsızlık gösterir.
Çünkü, geçmiş her bir gün, musibet ise zahmeti git-
miş, rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevalindeki lezzet kalmış;
sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekva değil, belki
mütelezzizâne şükretmek lâzım gelir. onlara küsmek de-
ğil, bilâkis muhabbet etmek gerektir. onun o geçmiş fânî
ömrü, musibet vasıtasıyla bâkî ve mes’ut bir nevi ömür
hükmüne geçer. onlardaki âlâmı vehimle düşünüp, bir
kısım sabrını onlara karşı dağıtmak divaneliktir.
Amma gelecek günler ise, madem daha gelmemişler;
içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden dü-
şünüp sabırsızlık göstermek, şekva etmek, ahmaklıktır.
“Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım” diye bu-
gün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek ne kadar
Lem’aLar | 25 |
i
kinci
l
em
a
nev:
çeşit, tür.
nükte:
derin ve ince manalı söz.
örf-i nâs:
insanlar arasında kabul
görmüş, gelenek hâline gelmiş ko-
nular.
sabır:
dayanma gücü; telâş gös-
termeden Allah’a güvenip sıkıntı-
lara göğüs germe.
sabırsız:
sabır göstermeme; daya-
namama.
sevap:
mükâfat, ödül.
suret:
biçim, şekil.
şekva:
şikâyet.
şükretmek:
teşekkür etmek; ni-
met ve iyiliğin sahibini tanımak,
ona karşı minnet duymak.
tahakküm:
hükmü altına alma;
baskı kurma, zorbalık etme.
tasarruf etmek:
bir malın sahibi
olmak, istediği gibi onu kullan-
mak.
tevehhüm etme:
olmadığı halde
kabullenme, zannetme.
vasıta:
aracılık.
vehim:
kuruntu, zan.
zahmet:
sıkıntı, zorluk.
zeval:
sona erme, yok olma.
âdeta:
sanki; aynen öyle,
onun gibi.
âlâm:
elemler, acılar.
bâkî:
ebedî, sonsuz, devamlı.
beyan etme:
açıklama, izah
etme.
bilâkis:
aksine, tersine.
Cenab-ı Hak:
hakkın ta ken-
disi şeref ve büyüklük sahibi
olan Allah.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak.
divane:
deli.
elem:
üzüntü, maddî-manevî
ıztırap.
evham:
şüpheler, kuşkular.
fânî:
ölümlü, geçici.
gaflet:
dikkatsizlik, umursa-
mazlık, ahirete ve Allah’ın
emir ve yasaklarına duyarsız-
lık hâli.
hâl-i hazır:
şimdiki zaman.
hamd:
övgü, şükür ve minnet.
hâşâ:
Allah göstermesin, asla.
hayatî:
hayatla alâkalı, değer-
li.
hükmüne geçme:
değerine,
yerine geçme.
iktiza etme:
gerektirme.
kâfi:
yeterli.
küfür:
Allah’ın varlığına birli-
ğine inanmama, imansızlık
lâzım:
gerekli.
makam:
kısım, bölüm.
mazi:
geçmiş zaman.
mes’ut:
saadetli, mutlu.
meşhur:
ünlü, bilinen.
muhabbet:
sevgi.
musibet:
felâket, büyük sıkın-
tı.
müstakbel:
gelecek.
mütelezzizâne:
lezzet alarak.
mütemadiyen:
devamlı ola-
rak.
netice:
sonuç.
1...,15,16,17,18,19,20,21,22,23,24 26,27,28,29,30,31,32,33,34,35,...1406
Powered by FlippingBook