musibet değil, bir nevi nimet-i İlâhiyedir. Çünkü, çendan
o hastalık onun dünyevî, fânî, kısacık hayatına bir zah-
met iras ediyor, fakat onun ebedî hayatına faydası doku-
nuyor. Bir nevi ibadet hükmüne geçiyor. eğer sıhhat bul-
sa, gençlik sarhoşluğuyla ve zamanın sefahatiyle, elbette
hastalık hâletini muhafaza edemeyecek, belki sefahate
atılacak.
[]
Hatime
Cenab-ı Hak, hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini
göstermek için, insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr
derç eylemiştir. Hem, hadsiz nukuş-i esmasını göstermek
için, insanı öyle bir surette halk etmiş ki, hadsiz cihetler-
le elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir
bir makine hükmünde yaratmış.
Ve o makine-i insaniyede yüzer alet var. Her birinin
elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfatı ayrıdır. Âde-
ta insan-ı ekber olan âlemde tecelli eden bütün esma-i
İlâhiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmanın
umumiyetle cilveleri var. Bunda sıhhat ve afiyet ve lezaiz
gibi nafi emirler nasıl şükrü dedirtir, o makineyi çok ci-
hetlerle vazifelerine sevk eder, insan da bir şükür fabri-
kası gibi olur. öyle de, musibetlerle, hastalıklarla, âlâm
ile, sair müheyyiç ve muharrik arızalar ile, o makinenin
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âdeta:
sanki.
afiyet:
sağlık, esenlik.
âlâm:
acılar, elemler.
âlem:
cihan, bütün yaratılmışlar.
âlem-i asgar:
en küçük âlem; in-
san.
alet:
organ, uzuv.
arıza:
bozukluk, sakatlık.
Cenab-ı Hak:
hakkın ta kendisi
olan şeref ve büyüklük sahibi Al-
lah.
cihet:
yön.
cilve:
tecelli, görüntü.
çendan:
gerçi; her ne kadar.
derç etme:
toplama, yerleştirme.
dünyevî:
dünya ile ilgili.
ebedî:
sonsuz, sürekli.
elbette:
şüphesiz, her hâlde.
elem:
üzüntü, maddî-manevî ıztı-
rap.
emir:
buyruk.
esma:
isimler.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
fakr:
fakirlik, muhtaçlık.
fânî:
ölümlü, geçici.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlet:
hâl, durum.
halk:
yaratma
hatime:
son söz, sonuç.
hükmünde:
yerinde, değerinde.
i
kinci
l
em
’
a
| 30 | Lem’aLar
ibadet:
Allah’a karşı kulluk va-
zifesini yapma.
insan-ı ekber:
en büyük olan
insan.
iras etme:
verme, sebep ol-
ma.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
lezaiz:
zevkler, lezzetler.
makine-i insaniye:
insan be-
deninin işleyiş düzen ve siste-
mi.
muhafaza:
koruma.
muharrik:
harekete getiren.
musibet:
felâket, belâ; acı ve
sıkıntı verici durum..
müheyyiç:
heyecanlandıran.
mükâfat:
ödül.
nafi emirler:
faydalı işler, hâl-
ler.
nevi:
çeşit, tür.
nihayetsiz:
sonsuz.
nimet-i İlâhiye:
Allah’ın nime-
ti, ikramı.
nukuş-i esma:
Cenab-ı Hak-
kın isimlerinin sanatlı ve süs-
lü görüntüleri.
rahmet:
acıma, merhamet et-
me, şefkat gösterme.
sair:
diğer, öteki.
sefahat:
yasak olan zevk ve
eğlenceye düşkünlük.
sevk etme:
gönderme, yön-
lendirme.
sıhhat:
sağlık, esenlik.
suret:
biçim, görünüş.
şükür:
minnettarlık ifade et-
me, teşekkür.
tecelli eden:
yansıyan, görü-
nen; İlâhî kudret ve sırların in-
sanlarda ve nesnelerde görün-
mesi.
umumiyetle:
genellikle.
vazife:
görev.
zahmet:
sıkıntı, meşakkat.