Hem
iktisattan gelen kanaat, şükür kapısını açar, şek-
va kapısını kapatır.
Hayatında daima şakir olur.
Hem
kanaat vasıtasıyla insanlardan istiğna etmek ci-
hetinde, teveccühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riya
kapısı kapanır.
İktisatsızlık ve israfın dehşetli zararlarını geniş bir da-
irede müşahede ettim. Şöyle ki:
Ben, dokuz sene evvel mübarek bir şehre geldim. kış
münasebetiyle o şehrin menabi-i servetini göremedim.
Allah rahmet etsin, oranın müftüsü birkaç defa bana de-
di: “Ahalimiz fakirdir.” Bu söz benim rikkatime dokun-
du. Beş altı sene sonraya kadar, daima o şehir ahalisine
acıyordum.
sekiz sene sonra yazın yine o şehre geldim. Bağları-
na baktım. Merhum müftünün sözü hatırıma geldi. “Fe-
sübhanallah,” dedim. “Bu bağların mahsulâtı, şehrin ha-
cetinin pek fevkindedir. Bu şehir ahalisi pek çok zengin
olmak lâzım gelir.” Hayret ettim. Beni aldatmayan ve
hakikatlerin derkinde bir rehberim olan bir hatıra-i haki-
katle anladım: İktisatsızlık ve israf yüzünden bereket
kalkmış ki, o kadar menabi-i servetle beraber, o merhum
müftü “Ahalimiz fakirdir” diyordu.
evet,
zekât vermek ve iktisat etmek, malda bittecrübe
sebeb-i bereket olduğu gibi, israf etmekle zekât verme-
mek, sebeb-i ref-i bereket
(1)
olduğuna hadsiz vakıat var-
dır.
Lem’aLar | 367 |
o
n
d
okuzuncu
l
em
’
a
iktisat:
tutumluluk, tasarruf, ge-
reğinden fazla veya az harcamak-
tan kaçınma.
iktisatsızlık:
saçıp savurmak, israf
etmek.
israf:
ihtiyaçtan fazlasını harcama,
savurganlık.
istiğna etmek:
aza kanaat etmek,
eldekini yeterli bulup başkasına
ihtiyaç duymamak, tok gözlülük.
kanaat:
göz tokluğu, elindeki ile
yetinme, kısmetine razı olma.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mahsulât:
toprak ürünleri.
menabi-i servet:
servet kaynak-
ları.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş.
mübarek:
feyizli, bereketli, hayırlı.
münasebetiyle:
ilgisi bakımından,
dolayısıyla.
müşahede etme:
bir şeyi gözle
görme, seyretme.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara acıyıp bağışlaması.
rehber:
kılavuz, delil.
rikkat:
merhamet, acıma, incelik,
başkalarının düştüğü durumdan
dolayı üzüntü duyma özelliği.
riya:
iki yüzlülük, yalandan gös-
teriş, samimiyetsizlik.
sebeb-i bereket:
bereket sebebi,
bolluk ve saadet nedeni.
sebeb-i ref-i bereket:
bereketin
kalkma sebebi.
şakir:
şükreden, teşekkür eden.
şekva:
şikâyet, yakınma.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibi ola-
rak Allah’ı tanıma ve ona teşekkür
etme.
teveccüh:
yönelme; ilgi, alâka
vakıat:
olaylar.
vasıta:
aracılık, vesile.
zekât:
İslâm’ın beş şartından biri,
zenginlerin, malın kırkta birini
muhtaçlara vermesi.
ahali:
halk.
bereket:
bolluk, gürlük.
bittecrübe:
tecrübe ile, dene-
yimle.
cihet:
yön, taraf.
daima:
devamlı, sürekli.
dehşetli:
korkunç.
derk:
derkinde; anlaşılma,
kavranma.
evvel:
önce.
fesübhanallah:
şaşkınlığı an-
latmak için kullanılır. Allah
(c.c.) ne güzel yaratmış; Allah’ı
her türlü ayıp ve eksiklikler-
den tenzih ederim” anlamında
bir hayret ifadesi.
fevkinde:
üstünde.
hacet:
ihtiyaç.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, doğru.
hatıra-i hakikat:
hakikatin ha-
tırası, kalbe gelen gerçek bir
hatıra.
Hicrî:
Peygamber Efendimizin
Mekke’den Medine’ye göçüyle
başlayan takvime göre olan;
Hicrete göre olan.
ihlâs:
samimiyet, doğruluk;
ibadet ve davranışlarda sa-
dece Allah’ın rızasını gözetme.
iktisat etmek:
tutumlu olmak,
tasarruf etmek, savurganlıktan
kaçınmak.
1.
Taberanî, Mu'cemü'l-Kebir, 10:128, Mu'cemü'l-Evsat, 2:161, 274; Beyhakî, Sünenü'l-Kübra,
3:382, 4:84.