?
Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine
ilişmemek cihetinde hakkı ise, “Mesleğim haktır,” yahut
“daha güzeldir” diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin
haksızlığını veya çirkinliğini ima eden “Hak yalnız benim
mesleğimdir” veyahut “Güzel benim meşrebimdir” diye-
mez olan insaf düsturunu rehber etmek,
?
Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve di-
yanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle,
?
Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüt sebebiyle, ce-
maat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehasıyla
hücumu zamanında, o şahs-ı manevîye karşı, en kuvvetli
ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i
hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevî çıkarıp, o müt-
hiş şahs-ı manevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza
ettirmek,
ª
Ve hakkı, batılın savletinden kurtarmak için,
º
Nefsini ve enaniyetini,
?
Ve yanlış düşündüğü izzetini,
æ
Ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk et-
mekle ihlâsı kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder.
(HaşİYe)
Lem’aLar | 375 |
Y
irminci
l
em
’
a
hakikî:
gerçek.
hakkaniyet:
hak ve adalete uy-
gunluk; hakka doğruluğa taraftar
olma.
haşiye:
dipnot.
hissiyat:
hisler, duygular.
hücum:
saldırı, saldırma.
ifa etmek:
yapmak, yerine getir-
mek.
ihlâs:
samimiyet, bir işi, bir ibadeti,
başka bir karşılık beklemeksizin,
sırf Allah rızası için yapma.
ima eden:
işaret eden, dolaylı ola-
rak ifade eden.
İsevîler:
Hristiyanlar.
ittifak:
fikir birliği; anlaşma, bir-
leşme.
izzet:
değer, itibar, şeref.
mağlûp düşmek:
yenilmek.
medar olmak:
dayanak noktası,
kaynak, vesile.
medar-ı ihtilâf:
anlaşmazlık, uyuş-
mazlık sebebi.
medar-ı münakaşa:
tartışmaya
sebep olan.
meşrep:
hareket tarzı, metot,
meslek.
muhafaza:
koruma.
mukavemet:
karşı koyma, da-
yanma, direnme.
muvakkaten:
geçici olarak.
müşterek:
ortak.
mütecaviz:
saldırgan, haddi aşan.
müthiş:
dehşetli, ürkütücü, kor-
kunç.
nefis:
kulun kötü ve günah olan
hâl ve huyları, maddî zevk ve is-
teklere sürükleyen duygu
niza:
kavga, geçimsizlik.
rehber etmek:
kılavuz edinmek,
örnek almak.
rekabetkârâne:
rakip olarak, re-
kabet ederek.
ruhanî:
ruh ile ilgili, İslâm dışındaki
dinlerde din adamı, rahip.
samimî:
içten, ciddî.
savlet:
şiddetli hücum, saldırı.
suret:
biçim, görünüş.
şahs-ı manevî:
belli bir kişi olma-
yıp bir cemaatten meydana gelen
manevî kişilik.
şahs-ı manevî-i dalâlet:
inkârcı-
lığı, imansızlığı temsil edip yay-
maya çalışan manevî kişilik.
terk etmek:
bırakmak, vazgeç-
mek.
tesanüt:
dayanışma.
tevfik-i İlâhî:
Cenab-ı Hakkın in-
sanı doğru yola lütfu ile sevk et-
mesi, başarılı kılması.
vazife:
görev.
zındıka:
dinsiz.
ahirzaman:
kıyamete en ya-
kın zaman dilimi.
batıl:
gerçeğe uymayan,
doğru ve haklı olmayan.
cemaat:
insan topluluğu.
cihet:
yön, taraf.
deha:
son derece zekâ ve an-
layış sahibi olan.
dindar:
dini inançları güçlü,
dine bağlı kimse.
dindaş:
aynı dinden olan.
diyanet:
dindarlık, dine bağlı-
lık.
düstur:
kaide, kural, prensip.
ehemmiyetsiz:
önemsiz, ba-
sit.
ehl-i dalâlet:
hak yoldan çı-
kanlar, azgın ve sapkın inanç-
sız kimseler.
ehl-i diyanet:
dindar kişiler,
dinine bağlı kişiler.
ehl-i hak:
hak ehli, iman, İslâ-
miyet ve hak yolunda olan.
ehl-i hakikat:
doğru ve hak
yolda olan kimseler.
ehl-i Kur’ân:
Kur’ân’ın yolun-
dan gidenler.
enaniyet:
kendini beğenme,
benlik, gurur.
ferdî:
bireysel, fertle ilgili olan,
tek şey.
hadis-i sahih:
hakkında şüphe
edilmeyen ve doğruluğu kesin
olan Hz. Peygamberimizin mü-
barek sözleri.
hak:
doğru, gerçek.
1.
Buharî, 4:205; Müslim, 1:136; Fethu’l-Kebir, 2:335.
HaşİYe:
Hatta, hadis-i sahihle, ahirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları
ehl-i kur’ân ile ittifak edip,
(1)
müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı
dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil
yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki
Hıristiyanların hakikî dindar ruhanîleriyle dahi, medar-ı ihtilâf noktaları
muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza etmeyerek, müşterek düşman-
ları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.