yüz sene
(HaşİYe)
mesafelik bir cennet ihsan edilmesi ve
yetmiş bin kasır ve huriler verilmesi ve ehl-i cennetten
herkes kendi hissesinden kemal-i rıza ile memnun olma-
sı işaretiyle gösteriliyor ki, ahirette medar-ı rekabet bir
şey yoktur ve rekabet de olamaz. öyle ise, ahirete ait
olan a’mal-i salihada dahi rekabet olamaz; kıskançlık ye-
ri değildir. kıskançlık eden ya riyakârdır; a’mal-i saliha
Lem’aLar | 385 |
Y
irminci
l
em
’
a
iştirak:
ortak olma, katılma.
kasır:
saray, köşk.
kemal-i rıza:
tam bir memnuni-
yet, hoşnutluk.
kuvve-i bâsıra:
görme duyusu,
göz.
kuvve-i sâmia:
işitme duyusu.
kuvve-i şamme:
koku alma du-
yusu.
kuvve-i zaika:
tat alma duyusu.
lâyık:
uygun.
mahlûkat:
varlıklar, yaratılmışlar.
malikiyet:
sahip olma, sahiplik.
mâni olmak:
engel olmak.
medar-ı rekabet:
rekabet sebebi,
vesilesi.
mesafe:
uzaklık, ara.
mesiregâh:
seyir ve gezinti yeri.
muvakkat:
geçici.
mü’min:
iman eden, iman esasla-
rına; Allah’a, onun birliğine, me-
leklerine, kitaplarına, peygamber-
lerine, ahirete ve kadere iman
edip itaat eden kimse,
müstefit olma:
istifade etmek,
faydalanmak.
nispet:
oran, ölçü, kıyas.
rivayet:
Hz. Peygamber Efendimiz-
den (asm) nakledilen hadisler, söz-
ler.
riyakâr:
riyacı, gösteriş meraklısı,
iki yüzlü.
sair:
diğer, başka.
sevap:
mükâfat, hayırlı işlerin kar-
şılığı, ödül.
seyrangâh:
gezi ve seyir yeri.
sual:
soru.
telezzüz etme:
lezzet alma.
zahirî:
dış görünüşte.
zaika:
tat alma duygusu.
zîruh:
ruh sahipleri.
ziynetlendirmek:
süslendirmek,
süslemek
ziynetli:
süslü, nakışlı.
HaşİYe:
Mühim bir taraftan ehemmiyetli bir sual:
rivayette gelmiş ki,
cennette bir adama beş yüz senelik bir cennet verilir. Bu hakikat akl-ı
dünyevînin havsalasında nasıl yerleşir?
Elcevap:
nasıl ki bu dünyada herkesin dünya kadar hususî ve muvak-
kat bir dünyası var. Ve o dünyanın direği onun hayatıdır. Ve zahirî ve
bâtınî duygularıyla o dünyasından istifade eder. “güneş bir lâmbam, yıl-
dızlar mumlarımdır” der. Başka mahlûkat ve zîruhlar bulunmaları, o ada-
mın malikiyetine mâni olmadıkları gibi, bilâkis, onun hususî dünyasını
şenlendiriyorlar, ziynetlendiriyorlar.
Aynen öyle de –fakat binler derece yüksek– her bir mü’min için bin-
ler kasır ve hurileri ihtiva eden has bahçesinden başka, umumî cennet-
ten, beş yüz sene genişliğinde birer hususî cenneti vardır. derecesi nis-
petinde inkişaf eden hissiyatıyla, duygularıyla, cennete ve ebediyete lâ-
yık bir surette istifade eder. Başkaların iştiraki, onun malikiyetine ve is-
tifadesine noksan vermedikleri gibi, kuvvet verirler. Ve hususî ve geniş
cennetini ziynetlendiriyorlar.
evet, bu dünyada bir adam, bir saatlik bir bahçeden ve bir günlük bir
seyrangâhtan ve bir aylık bir memleketten ve bir senelik bir mesiregâh-
ta seyahatinden ağzıyla, kulağıyla, gözüyle, zevkiyle, zaikasıyla, sair duy-
gularıyla istifade ettiği gibi; aynen öyle de, fakat bir saatlik bir bahçeden
ancak istifade eden bu fânî memleketteki kuvve-i şamme ve kuvve-i za-
ika, o bâkî memlekette bir senelik bahçeden aynı istifadeyi eder. Ve bu-
rada bir senelik mesiregâhtan ancak istifade edebilen bir kuvve-i bâsıra
ve kuvve-i sâmia, orada beş yüz senelik mesiregâhındaki seyahatten, o
haşmetli, baştan başa ziynetli memlekete lâyık bir tarzda istifade eder.
Her mü’min derecesine ve dünyada kazandığı sevaplar, haseneler nis-
petinde inbisat ve inkişaf eden duygularıyla zevk alır, telezzüz eder, müs-
tefit olur.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
akl-ı dünyevî:
dünya işlerin
yatkın akıl, ahiret işlerini, me-
selelerini anlamaktan uzak
duran akıl.
a’mal-i saliha:
salih ameller,
Allah’ın rızasına uygun yapıl-
mış iyi ve hayırlı işler, imandan
sonra dinin davranışlarla ilgili
olan önemli ikinci kısmıdır.
bâkî memleket:
sonsuz hayat
yurdu, cennet.
bâtınî:
görünmeyen, içe ait,
içle ilgili.
bilâkis:
aksine, tersine.
ebediyete lâyık:
sonsuzluğa
uygun bir şekilde.
ehemmiyet:
önem, önemlilik.
ehl-i cennet:
cennet ehli, cen-
netlikler.
fânî:
geçici, ölümlü.
hakikat:
gerçek, doğru.
has bahçe:
özel bahçe.
hasene:
iyilik, güzel iş, Allah’ın
emrini yapmak ve yasakların-
dan kaçınmakla ilgili her iş bir
hasenedir.
haşiye:
dipnot.
haşmetli:
ihtişamlı, büyük,
görkemli.
havsala:
idrak, anlama, kav-
rama gücü.
hisse:
pay, nasip.
hissiyat:
hisler, duygular.
huri:
cennet kızı.
hususî:
şahsa ait, özel.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
ihtiva eden:
içeren, kapsayan.
inkişaf eden:
ortaya çıkan, ge-
lişen.
istifade etmek:
faydalanmak,
yararlanmak.