Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabet-
kârâne uğraşmaz, birbirinin önüne takaddüm edip ta-
hakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip,
sa’ye şevkini kırıp atalete uğratmaz. Belki bütün istidat-
larıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih et-
mek için yardım ederler; hakikî bir tesanüt, bir ittifakla
gaye-i hilkatlerine yürürler. eğer zerre miktar bir taarruz,
bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz,
akim bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bü-
tün kırıp dağıtacak.
İşte, ey risale-i nur Şakirtleri ve kur’ân’ın hizmetkâr-
ları! sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir
şahs-ı manevînin azalarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki
saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları
hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan dârüsselâma üm-
met-i Muhammediyeyi (
AsM
) çıkaran bir sefine-i rabba-
niyede çalışan hademeleriz. elbette, dört fertten bin yüz
on bir kuvvet-i maneviyeyi temin eden sırr-ı ihlâsı kazan-
makla tesanüt ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecbu-
ruz.
evet, üç elif ittihat etmezse, üç kıymeti var. sırr-ı ade-
diyet ile ittihat etse, yüz on bir kıymet alır. dört kere dört
ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. eğer sırr-ı uhuvvet ve
ittihad-ı maksat ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çiz-
gi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört
yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, ha-
kikî sırr-ı ihlâs ile, on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve
akim:
neticesiz.
atalet:
tembellik.
aza:
organlar, üyeler.
Dârüsselâm:
cennet, mutluluk ve
rahatlık yeri olan ahiret âlemi.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
fert:
kişi.
gaye-i hilkat:
yaratılış gayesi.
hademe:
hizmetçiler, hadimler.
hakikî:
gerçek.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve sonsuz
hayat.
hizmetkâr:
hizmetçi.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
insan-ı kâmil:
kâmil insan, dün-
yaya gönderiliş maksadını anla-
mış, Cenab-ı Hakkın emirlerine
göre ve Onun rızası dairesinde ha-
reket eden güzel ahlâk sahibi
kimse.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
ittifak:
fikir birliği etme, uyuşma,
birleşme.
ittifak-ı vazife:
görev birliği.
ittihad-ı hakikî:
hakikî, gerçek bir-
lik ve beraberlik.
ittihad-ı maksat:
amaçlardaki bir-
lik, aynı hedefi gaye edinme.
ittihat:
birleşme, birlik oluşturma.
kıymet:
değer.
kusur:
eksiklik, noksanlık.
kuvvet-i manevîye:
manevî kuv-
vet.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
Y
irmi
B
irinci
l
em
’
a
| 392 | Lem’aLar
maksat:
gaye, amaç.
mecbur:
zorunlu olma.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
netice:
sonuç.
rekabetkârâne:
rakip olarak,
rekabet ederek.
saadet-i ebediye:
zevalsiz,
sonu olmayan mutluluk, son-
suz mutluluk.
sahil-i selâmet:
selâmet sahili,
korku ve endişenin olmadığı,
güvenilir, emin kıyı.
sa’y:
çalışma, çabalama, gay-
ret etme.
sefine-i rabbaniye:
Rabbin
gemisi.
sırr-ı adediyet:
adet itibarıyla,
sayıca.
sırr-ı ihlâs:
ihlâs sırrı.
sırr-ı uhuvvet:
kardeşlik sırrı.
şahs-ı manevî:
belli bir kişi ol-
mayıp bir cemaatten mey-
dana gelen manevî şahıs.
şakirt:
talebe.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
taarruz:
şiddetle saldırma, hü-
cum, sataşma.
tahakküm:
zorbalık etme,
zorla hükmetme.
takaddüm:
öne geçmek, iler-
lemek.
temin:
sağlama.
tenkit etme:
eleştiride bu-
lunma.
tesanüt:
dayanışma.
tevafuk:
uygun gelme.
tevcih:
belirli bir yöne dön-
dürme, yönlendirme.
umumî:
herkesle alâkalı, ge-
nel.
ümmet-i muhammediye:
Hz.
Muhammed’in ümmeti.
vakit:
zaman.
zerre:
en küçük parça.