metin bir nokta-i istinat, en kısa bir tarik-ı hakikat, en
makbul bir dua-i manevî, en kerametli bir vesile-i maka-
sıd, en yüksek bir haslet, en safî bir ubudiyet, ihlâstır.
Madem ihlâsta mezkûr hassalar gibi çok nurlar var ve
çok kuvvetler var. Ve madem bu müthiş zamanda ve
dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşı-
sında ve savletli bid’alar, dalâletler içerisinde bizler gayet
az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz hâlde, gayet
ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve
hizmet-i kur’âniye omzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından
konulmuş. elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle
ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellefiz. Ve ihlâsın sırrı-
nı kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhta-
cız. Yoksa, hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i
kudsiye kısmen zayi olur, devam etmez; hem şiddetli
mes’ul oluruz.
(1)
k
Ó«/
?n
b Ék
æn
ª n
K »/
JÉ n
j'
Ép
H Gho
ôn
à°r
ûn
J n
’n
h
ayetindeki şid-
detli tehditkârâne nehy-i İlâhîye mazhar olup, saadet-i
ebediye zararına, manasız, lüzumsuz, zararlı, kederli,
hodfüruşâne, sakil, riyakârâne bazı hissiyat-ı süfliye ve
menafi-i cüz’iyenin hatırı için ihlâsı kırmakla, hem bu
hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz,
hem hizmet-i kur’âniyenin hürmetine taarruz, hem ha-
kaik-ı imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.
ey kardeşlerim!
Mühim ve büyük bir umur-i hayriye-
nin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hadim-
leriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ih-
lâs kuvvetine dayanmak gerektir.
İhlâsı kıracak esbaptan
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bid’a:
dinin aslına uymayan âdet
ve uygulamalar.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
dehşetli:
korkunç.
dua-i manevî:
manevî dua.
esbap:
nedenler, sebepler.
gayet:
son derece.
hadim:
hademe, hizmetçi, hizmet
eden.
hakaik-ı imaniye:
iman hakikat-
leri.
haslet:
doğuştan gelen özellik, mi-
zaç, tabiat, meziyet.
hassa:
bir şeye özel olan nitelik.
hissiyat-ı süfliye:
nefse ait aşağı-
lık duygular.
hizmet-i kudsiye:
mukaddes hiz-
met; kutsal hizmet.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın hiz-
meti.
hodfüruşâne:
övünerek, kendini
beğendirmeye çalışarak.
hukuk:
haklar.
hürmet:
riayet, ihtiram.
ihlâs:
samimiyet, bir işi, bir ameli,
başka bir karşılık beklemeksizin,
sırf Allah rızası için yapma.
ihsan-ı İlâhî:
İlâhî ihsan, Cenab-ı
Hakkın mahlûkatına ihsan ettiği
bütün nimetler, ikramlar, hediye-
ler, bağışlar.
keder:
tasa, kaygı, acı, hüzün.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz.
kısmen:
kısmî olarak.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kudsiyet:
kutsallık, mukaddeslik,
azizlik.
lüzum:
lâzım olma hâli, gerekme.
makbul:
geçerli, muteber.
mana:
anlam.
mâni:
engel.
mazhar:
nail olma, kavuşma.
menafi-i cüz’iye:
cüz’î, küçük
menfaatler.
mes’ul:
sorumlu.
metin:
sağlam ve dayanıklı, kuv-
vetli.
mezkûr:
zikredilen, anılan.
mukabil:
karşılık.
muzır:
zararlı, zarara sokan.
mühim:
önemli.
mükellef:
mecbur olan, vazifeli.
müthiş:
dehşet veren, korkutan.
nehy-i İlâhî:
Allah’ın yasaklaması.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
nur:
parıltı, ışık.
riyakârâne:
riyakârca, riyakâr-
lıkla, ikiyüzlülükle.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan mutluluk, sonsuz mutlu-
luk.
safî:
saf olan, halis, samimî.
sakil:
ağır, sıkıntı veren, sıkın-
tılı.
savlet:
şiddetli hücum, sal-
dırma, hücum.
sır:
gizli hakikat.
taarruz:
bir şeyin ve kimsenin
üzerine şiddetle saldırma, hü-
cum.
tarik-ı hakikat:
hakikat yolu.
tazyikat:
tazyikler, baskılar,
zorlamalar.
tecavüz:
haddini aşma, söz ve
harekette ileri gitme, saldırma.
tehditkârâne:
tehdit savura-
rak.
ubudiyet:
kulluk.
umum:
bütün.
umumî:
herkesle alâkalı, ge-
nel.
umur-i hayriye:
hayırlı işler.
vazife-i imaniye:
imanla ilgili
vazife.
vesile-i makasıd:
asıl mak-
sada götüren vesile, vasıta.
zayi:
elden çıkan, ziyan olan.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Benim ayetlerimi, az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin. (Bakara Suresi: 41.) [Ayetin de-
vamı, “Ve yalnız benden korkun, yasaklarıma karşı gelmekten sakının” mealinde biter.]
Y
irmi
B
irinci
l
em
’
a
| 390 | Lem’aLar