gayet fedakârâne yapışmaz. ehl-i dünya, dünya işlerinde
hakikî nokta-i istinatlarından gaflet ettiklerinden, zaaf ve
acze düşüp, şiddetli bir surette yardımcılara ihtiyacını his-
seder; samimâne, belki fedakârâne ittifak ederler.
İşte, ehl-i hak, ittifaktaki hak kuvvetini düşünmedikle-
rinden ve aramadıklarından, haksız ve muzır bir netice
olan ihtilâfa düşerler. Haksız ehl-i dalâlet ise, ittifaktaki
kuvveti, aczleri vasıtasıyla hissettiklerinden, gayet mühim
bir vesile-i makasıd olan ittifakı elde etmişler.
İşte, ehl-i hakkın bu haksız ihtilâf marazının merhemi
ve ilâcı,
(1)
r
ºo
µo
ëj/
Q n
Ön
gr
òn
Jn
h Gƒo
?n
°ûr
Øn
àn
a Gƒo
Yn
RÉn
æn
J n
’n
h
ayetindeki
şiddetli nehy-i İlâhî,
(2)
…'
ƒr
?s
àdGn
h pq
ôp
Ñr
dG n
¤n
Y Gƒo
fn
hÉn
©n
Jn
h
ayetinde,
hayat-ı içtimaiyece gayet hikmetli emr-i İlâhîyi düstur-i ha-
reket etmek; ve ihtilâfın İslâmiyete ne derece zararlı ol-
duğunu ve ehl-i dalâletin ehl-i hakka galebesini ne derece
teshil ettiğini düşünüp, kemal-i zaaf ve acz ile, o ehl-i hak-
kın kafilesine fedakârâne, samimâne iltihak etmektir, şah-
siyetini unutmakla riya ve tasannudan kurtulup ihlâsı el-
de etmektir.
aLtıNCı SeBeP
ehl-i hakkın ihtilâfı namertliklerinden, himmetsizlikle-
rinden, hamiyetsizliklerinden olmadığı gibi; gafletli ehl-i
dünyanın ve ehl-i dalâletin hayat-ı dünyeviyeye ait işlerde
samimâne ittifakları dahi mertlikten, hamiyetten,
Lem’aLar | 381 |
Y
irminci
l
em
’
a
gösterme.
ihlâs:
samimiyet, bir işi, bir ibadeti,
başka bir karşılık beklemeksizin,
sırf Allah rızası için yapma.
ihtilâf:
anlaşmazlık, uyuşmazlık,
fikir ayrılığı.
iltihak etmek:
katılmak, beraber
olmak.
iman etmek:
Allah’a iman etmek,
inanmak.
ittifak:
fikir birliği etme, anlaşma,
birleşme.
ittifakı elde etmek:
birlik ve be-
raberliği sağlamak.
kafile:
topluluk, insan topluluğu.
kemal-i zaaf:
tam bir zaaf, zayıf-
lık.
maraz:
hastalık.
meal:
mana, anlam.
muzır:
ziyan veren, zararlı.
namert:
mert olmayan, alçak, aşa-
ğılık.
nehy-i İlâhî:
Allah’ın yasaklaması.
netice:
sonuç.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
riya:
iki yüzlülük, yalandan gös-
teriş, samimiyetsizlik.
samimâne:
samimî bir tavırla, iç-
tenlikle.
suret:
biçim, tarz.
şahsiyetini unutmak:
benlik, gu-
rur, bencilliği bırakmak, cemaatin
ruhu olan manevî kişiliğe kuvvet
vermek.
takva:
Allah’a duyulan saygı se-
bebiyle günahlardan sakınma, Al-
lah’tan uzaklaştırıcı şeylerden
kaçma, nefsin hazlarını terk edip
yasaklardan kaçınma.
tasannu:
yapmacık hareket, tavır.
teshil etme:
kolaylaştırma.
vasıta:
aracı, vesile, sebep.
vesile-i makasıd:
asıl maksada,
istenilen hedefe götüren vesile,
vasıta.
zaaf:
zayıflık, güçsüzlük.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cüm-
lesi.
bedevî:
çölde yaşayan, gö-
çebe.
düstur-i hareket:
hareket,
davranış prensibi.
ehl-i dalâlet:
doğru yoldan çı-
kanlar, azgın ve sapkın, inanç-
sız kimseler.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı,
ahireti düşünmeyen.
ehl-i hak:
hak ehli, iman, İslâ-
miyet ve hak yolunda olan.
emr-i İlâhî:
Allah’ın emri.
fedakârâne:
canını feda eder-
cesine, fedakârca.
gaflet:
gafillik, umursamazlık,
dikkatsizlik, Allah’tan uzakla-
şıp nefsinin arzularına dalmak.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
gayet:
son derece, çok.
hak:
doğru, gerçek.
hakikî:
gerçek, doğru.
hamiyet:
mukaddes değerleri
koruma duygusu ve gayreti.
hayat-ı dünyeviye:
dünya ha-
yatı.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
hikmet:
kâinatta ve yaratılış-
taki İlâhî gaye, fayda.
himmet:
çalışma, ciddî gayret
1.
İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider. (Enfal Suresi: 46.)
2.
Birbirinizle iyilik ve takvada yardımlaşın... (Mâide Suresi: 2.)