olan müsabakayı tam muhafaza edemediklerinden ve na-
ehillerin girmesi yüzünden bir derece suistimal ettiklerin-
den, rekabetkârâne ihtilâfa düşüp, hem kendine, hem ce-
maat-i İslâmiyeye ehemmiyetli zarar olmuş.
ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ise, meftun oldukları men-
faatlerini kaçırmamak ve menfaat için perestiş ettikleri re-
islerini ve arkadaşlarını küstürmemek için, zilletlerinden
ve namertliklerinden, hamiyetsizliklerinden, mutlak arka-
daşlarıyla –hatta denî ve hain ve muzır olsalar dahi– hali-
sâne ittihat, hem menfaat etrafında toplanan –ne şekilde
olursa olsun– şerikleriyle samimâne ittifak ederler, sami-
miyet neticesi olarak istifade ederler.
İşte, ey musibetzede ve ihtilâfa düşmüş ehl-i hak ve as-
hab-ı hakikat! Bu musibet zamanında ihlâsı kaçırdığınız-
dan ve rıza-i İlâhîyi münhasıran gaye-i maksat yapmadı-
ğınızdan, ehl-i hakkın bu zillet ve mağlûbiyetine sebebi-
yet verdiniz.
umur-i diniye ve uhreviyede rekabet, gıpta, haset ve
kıskançlık olmamalı. Ve hakikat nokta-i nazarında ola-
maz. Çünkü kıskançlık ve hasedin sebebi: Bir tek şeye
çok eller uzanmasından ve bir tek makama çok gözler di-
kilmesinden ve bir tek ekmeği çok mideler istemesinden,
müzaheme, münakaşa, müsabaka sebebiyle gıptaya,
sonra kıskançlığa düşerler. dünyada bir şey-i vahide çok-
lar talip olduğundan ve dünya dar ve muvakkat olması
sebebiyle insanın hadsiz arzularını tatmin edemediği için,
rekabete düşüyorlar. Fakat, ahirette tek bir adama beş
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
arzu:
aşırı istek, heves.
ashab-ı hakikat:
doğruları bilen
hak ve hakikat sahipleri.
cemaat-i İslâmiye:
İslâm cemaati,
İslâm topluluğu, Müslümanlar.
denî:
ahlâksız, alçak.
ehemmiyet:
önem.
ehl-i dalâlet:
doğru yoldan çıkan-
lar, azgın ve sapkın inançsız kim-
seler.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldığından
dolayı ahirete ve Allah’ın emirle-
rine karşı duyarsız olanlar.
ehl-i hak:
doğru ve hak olan,
iman, İslâmiyet ve hak yolunda
olanlar.
gaye-i maksat:
asıl gaye, ulaşıl-
mak istenen hedef.
gıpta:
imrenme, özenti, aynı hâli
şiddetle arzu etme.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hain:
hıyanet eden, zarar vermek-
ten, kötülük yapmaktan hoşlanan.
hakikat:
gerçek, doğru.
halisâne:
samimî, ihlâsa uygun bir
şekilde, içtenlikle.
hamiyetsizlik:
mukaddes değer-
leri koruma duygusu ve gayreti
içinde olmama.
haset:
haset; çekememezlik, kıs-
kançlık.
ihlâs:
samimiyet, bir işi, bir ibadeti,
başka bir karşılık beklemeksizin,
sırf Allah rızası için yapma.
ihtilâf:
uyuşmazlık, anlaşmazlık,
fikir ayrılığı.
istifade etme:
faydalanma.
ittifak:
fikir birliği etme, anlaşma,
birleşme.
ittihat:
birleşme, birlik oluşturma.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
makam:
mevki, yer, konum.
meftun:
gönül vermiş, müptelâ,
tutkun.
menfaat:
fayda.
muhafaza:
koruma.
musibet:
felâket, belâ, sıkıntı.
musibetzede:
belâya uğrayan,
hastalık veya başka dertlere uğ-
rayan.
Y
irminci
l
em
’
a
| 384 | Lem’aLar
mutlak:
salt, kesin, serbest, sı-
nırsız.
muvakkat:
geçici.
muzır:
zararlı.
münakaşa:
tartışma, atışma,
karşılıklı sözle çekişme.
münhasıran:
özel olarak, sa-
dece, yalnız olarak.
müsabaka:
yarış, yarışma.
müzaheme:
birbirine zahmet
verme.
naehil:
işin adamı olmayan,
ehliyetsiz.
namertlik:
mertçe olmayan,
alçaklık.
netice:
sonuç.
nokta-i nazar:
bakış açısı.
perestiş:
tapma, aşırı dere-
cede sevme.
reis:
başkan, amir.
rekabet:
rakip olma hâli, çe-
kişme, kıskanma.
rekabetkârâne:
rakip olarak,
yarışır gibi.
rıza-i İlâhî:
Allah’ın rızası, hoş-
nutluğu.
samimâne:
samimî bir tavırla,
içten, ciddî.
samimiyet:
içten ve kalbden
olan sevgi ve bağlılık.
sebebiyet:
sebep olma.
suistimal:
bir şeyi kötüye kul-
lanma.
şerik:
ortak.
şey-i vahit:
bir şey, tek şey,
bir konu.
talip olmak:
istemek, istekli
olmak.
tatmin etmek:
güven vererek
hoşnut etmek, doyurmak.
umur-i diniye ve uhreviye:
dine ve ahirete ait işler.
zillet:
hakirlik, horluk, aşağı-
lanma.