dalâlette bir ihlâs, o dinsizlikte dinsizdarâne bir taassup
ve o nifakta bir vifak yaparlar, muvaffak olurlar. Çünkü
samimî bir ihlâs, şerde dahi olsa, neticesiz kalmaz. Evet,
ihlâs ile kim ne isterse Allah verir.
(HaşİYe)
Amma ehl-i hidayet ve diyanet ve ehl-i ilim ve tarikat,
hak ve hakikate istinat ettikleri için ve her biri bizzat ta-
rik-ı hakta yalnız rabbini düşünüp tevfikine itimat ede-
rek gittiklerinden, manen o meslekten gelen izzetleri var.
zaaf hissettiği vakit, insanların yerine rabbine müracaat
eder, medet ondan ister. Meşreplerin ihtilâfıyla, zahir-i
meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam
hissetmiyor, ittifaka ihtiyacını göremiyor. Belki hodgâm-
lık ve enaniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız
tevehhüm ederek, ittifak ve muhabbet yerine, ihtilâf ve
rekabet ortaya girer. İhlâsı kaçırır, vazifesi zirüzeber olur.
İşte bu müthiş sebebin verdiği vahim neticeleri görme-
menin yegâne çaresi, dokuz emirdir:
?
Müspet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin
muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti
ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahale
etmesin, onlarla meşgul olmasın.
?
Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olur-
sa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak
çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek,
HaşİYe:
evet,
(1)
n
ón
Ln
h s
ón
Ln
h n
Ön
?n
W r
øn
e
bir düstur-i hakikattir. külliyeti geniş
ve genişliği mesleğimize de şamil olabilir.
adavet:
düşmanlık, husumet.
bizzat:
kendisi.
daire-i İslâmiyet:
İslâmiyet dai-
resi, alanı.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, sapkınlık.
dinsizdarâne:
dinsizcesine.
düstur-i hakikat:
doğruluk kuralı,
gerçek prensip.
ehl-i diyanet:
dindar olanlar, di-
nine titizlikle bağlı olanlar.
ehl-i hidayet:
hak ve doğru yolda
olanlar, iman etmiş kimseler.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, âlimler.
ehl-i tarikat:
tarikat ehli, kalbini
Allah sevgisi ile bağlayan kimse-
ler.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
lik, gurur.
gayret:
çalışma; kutsal şeyleri ko-
ruma kayırma duygusu, çaba.
hak:
doğru olan, gerçek.
hakikat:
gerçek, doğru.
haşiye:
dipnot.
hodgâm:
kendini düşünen, ben-
cillik.
İhlâs:
samimiyet, doğruluk, bir
işte, bir ibadette başka bir karşılık
beklemeksizin sadece Allah’ın rı-
zasını gözeterek davranma.
ihtilâf:
ayrılık, anlaşmazlık, uyuş-
mazlık.
ilim:
ilim; bilgi, bilim.
istinat etme:
dayanma, güvenme.
itimat etmek:
dayanmak, güven-
mek.
ittifak:
fikir birliği etme, uyuşma,
birleşme.
izzet:
değer, itibar, şeref.
külliyet:
genellik, kapsamlı oluş.
manen:
mana bakımdan, manevî
olarak, manaca.
medar-ı muhabbet:
muhabbete,
sevgiye sebep olan.
medet:
inayet, yardım.
meşgul olmak:
uğraşmak.
meşrep:
meslek, metot; yaratılış,
huy, mizaç.
muavenet:
yardım.
muhalif:
zıt, aykırı.
muvaffak olmak:
başarılı olmak.
müdahale etmek:
karışmak,
araya girmek.
müracaat etmek:
başvurmak.
müspet:
olumlu, uygun, pozitif.
netice:
sonuç.
nifak:
iki yüzlülük, münafık-
lık.
rab:
yaratan, besleyen, yetiş-
tiren, verdiği nimetlerle her bir
varlığı ıslah ve terbiye eden
Allah.
rabıta-i vahdet:
birlik bağı.
rekabet:
rakip olma hâli, yarış,
çekişme.
şamil olma:
kapsama, içine
alma.
şer:
kötülük.
taassup:
aşırı bağlılık, körü kö-
rüne taraftarlık.
tarik-ı hak:
hak ve doğru olan
yol.
tenkis etme:
değerini dü-
şürme, eksik görme.
tevehhüm:
evham etme, ku-
runtuya kapılma.
tevfik:
Allah’ın yardımı, başa-
rılı kılması.
uhuvvet:
kardeşlik.
vahim:
ağır, dehşet verici.
vazife:
görev.
vifak:
dayanışma, uyum
içinde hareket etme.
yegâne:
biricik, tek.
zaaf:
zayıflık, güçsüzlük.
zahir-i meşrep:
hareket tarzı
ve yöntemin dışa yansıyan gö-
rünümü.
zirüzeber:
karmakarışık, dar-
madağınık.
1.
Kim ihlâs ile istediği şeyde gayret gösterirse, elde eder.
Y
irminci
l
em
’
a
| 374 | Lem’aLar