Lem'alar - page 377

Hem ihlâs ve hakperestlik ise, Müslümanların nere-
den ve kimden olursa olsun istifadelerine taraftar olmak-
tır.
Yoksa, “Benden ders alıp sevap kazandırsınlar” dü-
şüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir.
ey sevaba hırslı ve a’mal-i uhreviyeye kanaatsiz insan!
Bazı peygamberler gelmişler ki, mahdut bir kaç kişiden
başka ittiba edenler olmadığı hâlde, yine o peygamber-
lik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. demek
hüner, kesret-i etba’ ile değildir. Belki hüner, rıza-i İlâhî-
yi kazanmakladır. sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla
“Herkes beni dinlesin?” diye, vazifeni unutup vazife-i İlâ-
hiyeye karışıyorsun? kabul ettirmek, senin etrafına halkı
toplamak Cenab-ı Hakkın vazifesidir. Vazifeni yap, Al-
lah’ın vazifesine karışma.
Hem hak ve hakikati dinleyen ve söyleyene sevap ka-
zandıranlar yalnız insanlar değildir. Cenab-ı Hakkın zîşu-
ur mahlûkları ve ruhanîleri ve melâikeleri kâinatı doldur-
muş, her tarafı şenlendirmişler. Madem çok sevap ister-
sin; ihlâsı esas tut ve yalnız rıza-i İlâhîyi düşün. tâ ki se-
nin ağzından çıkan mübarek kelimelerin havadaki efrat-
ları, ihlâs ile ve niyet-i sadıka ile hayatlansın, canlansın,
hadsiz zîşuurun kulaklarına gidip onları nurlandırsın, sa-
na da sevap kazandırsın. Çünkü, meselâ sen “elhamdü-
lillâh” dedin. Bu kelâm, milyonlarla büyük küçük
Elham-
dülillâh
kelimeleri, havada izn-i İlâhî ile yazılır. nakkaş-ı
Hakîm abes ve israf yapmadığı için, o kesretli mübarek
kelimeleri dinleyecek kadar hadsiz kulakları halk etmiş.
Lem’aLar | 377 |
Y
irminci
l
em
a
mübarek:
feyizli, bereketli.
Nakkaş-ı Hakîm:
varlıkları sanatlı
nakışlarla donatan ve her şeyi hik-
metle yerli yerinde yaratan Allah.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
niyet-i sadıka:
doğru, gerçek ve
içten olan iyi niyet.
nur:
parıltı, ışık saçan.
peygamber:
Allah’ın elçisi, nebî.
rıza-i İlâhî:
Allah’ın rızası, hoşnut-
luğu.
ruhanî:
gözle görülmeyen, cismi
olmayan, maddî varlıklar.
sevap:
mükâfat, hayırlı işlerin kar-
şılığı, ödül.
vazife:
görev.
vazife-i İlâhîye:
doğrudan doğ-
ruya Allah’a ait olan iş, görev.
vazife-i kudsiye:
kutsal vazife, te-
miz görev.
zîşuur:
şuurlu, bilinçli, bilinç sa-
hibi.
abes:
lüzumsuz ve gayesiz iş.
a’mal-i uhreviye:
ahirete ait
iş, hareket ve ibadetler.
Cenab-ı Hak:
hakkın tâ ken-
disi olan şeref ve büyüklük sa-
hibi Allah.
efrat:
fertler.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, ezelden ebede her türlü
övgü şükür ve minnet Allah’a
aittir.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, benlik, gurur.
esas:
asıl, temel.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hak:
doğru, gerçek.
hakikat:
gerçek.
hakperestlik:
hak ve doğru-
luğu ciddî sevme, savunma.
hile:
oyun, tuzak, aldatma.
hırs:
aç gözlülük; öfke.
hüner:
marifet, bilgi, beceri.
ihlâs:
samimiyet, bir işi, bir
ibadeti, başka bir karşılık bek-
lemeksizin, sırf Allah rızası için
yapma.
israf:
gereksiz yere harcama,
savurganlık.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
ittiba etme:
tâbi olma, uyma.
izn-i İlâhî:
Allah’ın izni.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kanaatsizlik:
göz doymazlık,
elindeki ile yetinmemek.
kelâm:
söz.
kesret-i etba:
taraftarların
çokluğu.
kesretli:
çokça, çoğunluk.
mahdut:
sınırlı.
mahlûk:
Allah tarafından ya-
ratılmış, yaratık.
melâike:
melekler.
meselâ:
misal, örneğin.
1...,367,368,369,370,371,372,373,374,375,376 378,379,380,381,382,383,384,385,386,387,...1406
Powered by FlippingBook