gelen maddî ve manevî ücretten istiğna etmekle
(HaşİYe)
(2)
o
Æn
Ón
Ñr
dG s
’p
G p
?ƒ o
°Ss
ôdG n
¤n
Y Én
en
h
sırrına mazhar olup, hüsn-i ka-
bul ve hüsn-i tesir ve teveccüh-i nâsı kazanmak noktala-
rının Cenab-ı Hakkın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve ken-
di vazifesi olan tebliğde dahil olmadığını ve lâzım da ol-
madığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlâsa
muvaffak olur. Yoksa ihlâsı kaçırır.
İKİNCİ SeBeP
ehl-i dalâletin zilletindendir ittifakları; ehl-i hidayetin iz-
zetindendir ihtilâfları. Yani, ehl-i gaflet olan ehl-i dünya ve
ehl-i dalâlet, hak ve hakikate istinat etmedikleri için, zayıf
ve zelildirler. tezellül için, kuvvet almaya muhtaçtırlar. Bu
ihtiyaçtan, başkasının muavenet ve ittifakına samimî ya-
pışırlar. Hatta, meslekleri dalâlet ise de, yine ittifakı mu-
hafaza ederler. Âdeta o haksızlıkta bir hakperestlik, o
Lem’aLar | 373 |
Y
irminci
l
em
’
a
ihsan:
ikram etme, lütuf, bağış.
ihsan-ı İlâhî:
Allah’ın ihsanı, bağışı,
ikramı.
ihtilâf:
anlaşmazlık, uyuşmazlık,
fikir ayrılığı.
isar hasleti:
kendisi muhtaç ol-
duğu hâlde başkasını düşünüp
verme ahlâkı.
istiğna etmek:
var olanla yetin-
mek, aza kanaat etmek, başkasına
ihtiyaç duymamak.
istinat:
dayanma, güvenme.
ittifak:
fikir birliği etme, uyuşma,
birleşme.
izzet:
değer, itibar, şeref, yücelik.
kanaatkârâne:
kısmetine razı ola-
rak, gönlü, gözü tok bir şekilde.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
maddî:
madde; para, mal v.b. şey-
lerle ilgili.
maişet:
geçim kaynağı.
manevî:
maddî olmayan, manevî
yönden, soyut.
mazhar olmak:
ulaşmak, elde et-
mek, şereflenmek.
mazhariyet:
elde etme, edinme,
ayna olma.
menfaat-i maddiye:
maddî men-
faat, fayda.
minnet:
birinin iyiliği karşısında
kendini borçlu saymak.
muavenet:
yardım.
muhafaza etmek:
korumak.
muhtaç:
bir şeye ihtiyaç duyan.
mukabil:
karşı, karşılık.
muvaffak olmak:
başarılı olmak.
mükellef:
vazifeli, yükümlü.
müstahak:
hak eden, lâyık.
nâstan:
insanlardan.
nefsine tercih etmek:
kendine
tercih etmek, kendisi muhtaç ol-
duğu hâlde başkasına vermek.
rehber etmek:
kılavuz, delil yap-
mak, örnek almak.
Sahabe:
Hz. Peygamberi (asm) ha-
yattayken görüp Müslüman olan-
lar.
sena-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın öv-
güsü, methetmesi.
sır:
bir şeyin veya işin dikkat, tec-
rübe, yetenekle anlaşılabilen en
zor, en ince yanı, manevî hakikat.
talep etme:
arzulama, isteme.
tebliğ:
ulaştırmak, bildirmek.
temin:
sağlama, hazırlama.
teveccüh-i nâs:
insanların alâkası,
yönelmesi.
tezellül:
zillete katlanma, aşağı-
lanma.
ümmet:
bütün Müslümanlar.
zekât:
İslâm’ın beş şartından bi-
risi.
zelil:
hor, hakir, aşağılanmış.
zillet:
hakirlik, horluk, aşağılık.
âdeta:
sanki.
Cenab-ı Hak:
hakkın tâ ken-
disi, şeref ve üstün büyüklük
sahibi Allah.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak.
ehil:
sahip, ihtiyaç sahibi.
ehl-i dalâlet:
doğru ve hak
yoldan çıkanlar, azgın ve sap-
kın inançsız kimseler.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı,
ahireti düşünmeyen.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldığın-
dan dolayı ahirete, Allah’ın
emir ve yasaklarına karşı du-
yarsız olanlar.
ehl-i hidayet:
doğru yolda
olanlar, iman edip hidayete
ulaşmış kimseler.
hakperest:
hak ve doğruluğu
savunma.
haşiye:
dipnot.
hizmet-i diniye:
din hizmeti.
hüsn-i kabul:
güzel bir kabul.
hüsn-i tesir:
güzel tesir, etki.
ihlâs:
samimiyet, doğruluk, bir
işte ve ibadette sadece Al-
lah’ın rızasını gözeterek dav-
ranma.
1.
Kendileri ihtiyaç hâlinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler. (Haşir Suresi: 9.)
2.
Peygambere düşen ancak tebliğ etmektir. (Mâide Suresi: 99; Nur Suresi: 54; Ankebut Sure-
si: 18.)
HaşİYe:
sahabelerin sena-i kur’âniyeye mazhar olan
isar hasletini
ken-
dine rehber etmek, yani, hediye ve sadakanın kabulünde başkasını
kendine tercih etmek ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfa-
at-i maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sırf bir ihsan-ı İlâhî
bilerek, nâstan minnet almayarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de
almamaktır. Çünkü, hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada bir şey is-
tenilmemeli ki, ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların
maişetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstahaktırlar. Fakat bu iste-
nilmez, belki verilir. Verildiği vakit de “Hizmetimin ücretidir” denilmez.
Mümkün olduğu kadar kanaatkârâne, başka ehil ve daha müstahak
olanların nefsini kendi nefsine tercih etmek,
(1)
l
án
°UÉn
°ün
N r
ºp
¡p
H n
¿Én
c r
ƒn
dn
h
r
ºp
¡p
°ùo
Ør
fn
G '
¤n
Y n
¿h o
ôp
KrD
ƒo
jn
h
sırrına mazhariyetle, bu müthiş tehlikeden kurtulup
ihlâsı kazanabilir.