ittifak olabilirken, enaniyetten tecerrüt edemedikleri için,
ifrat ve tefrit yüzünden, ulvî bir menba-ı kuvvet olan itti-
fakı kaybedip, ihlâs da kırılır. Ve vazife-i uhreviye de ze-
delenir. kolayca rıza-i İlâhî de elde edilmez.
Bu mühim marazın merhemi ve ilâcı,
(1)
$G p
‘
t
Öo
ër
dn
G
sırrıyla, tarik-ı hakta gidenlere refakatle iftihar etmek; ve
arkalarından gitmek; ve imamlık şerefini onlara bırak-
mak; ve o hak yolunda kim olursa olsun kendinden da-
ha iyi olduğunun ihtimaliyle enaniyetinden vazgeçip ih-
lâsı kazanmak; ve ihlâsla bir dirhem amel, ihlâssız bat-
manlarla amellere racih olduğunu bilmekle ve tâbiiyeti
dahi, sebeb-i mes’uliyet ve hatarlı olan metbuiyete tercih
etmekle o marazdan kurtulur ve ihlâsı kazanır, vazife-i
uhreviyesini hakkıyla yapabilir.
BeŞİNCİ SeBeP
ehl-i hidayetin ihtilâfı ve adem-i ittifakı zaaflarından
olmadığı gibi, ehl-i dalâletin kuvvetli ittifakı da kuvvetle-
rinden değildir. Belki ehl-i hidayetin ittifaksızlığı, iman-ı
kâmilden gelen nokta-i istinat ve nokta-i istinattan neş’et
eden kuvvetten ileri geldiği gibi; ehl-i gaflet ve ehl-i dalâ-
letin ittifakları, kalben nokta-i istinat bulmadıkları itiba-
rıyla zaaf ve aczlerinden ileri gelmiştir. Çünkü zayıflar it-
tifaka muhtaç oldukları için kuvvetli ittifak ederler. kavi-
ler, ihtiyacı tam hissetmediklerinden, ittifakları zayıftır.
Aslanlar, tilkiler gibi ittifaka muhtaç olmadıkları için fer-
dî yaşıyorlar. Yabanî keçiler, kurtlardan muhafaza için,
bir sürü teşkil ederler.
Lem’aLar | 379 |
Y
irminci
l
em
’
a
iman-ı kâmil:
imanın mükemmel
hâle gelmesi.
itibarıyla:
...sayılmak üzere, -ba-
kımından.
ittifak:
fikir birliği etme, uyuşma,
birleşme.
kalben:
kalb ile, kalbden, içten.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
maraz:
hastalık.
menba-ı kuvvet:
güç ve kuvvet
kaynağı.
metbuiyet:
kendisine uyulan, tâbi
olunan kimse.
muhafaza:
koruma.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
mühim:
önemli.
neş’et etme:
ileri gelme, kaynak-
lanma.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
racih:
daha üstün tutulan, tercih
edilen.
refakat:
refiklik, arkadaşlık.
rıza-i İlâhî:
Allah’ın rızası, hoşnut-
luğu.
sebeb-i mes’uliyet:
sorumluluk
nedeni.
sırrıyla:
bir amaca ulaşmak için
başvurulan yönteme uyularak.
şeref:
manevî büyüklük, onur, er-
dem.
tâbiiyet:
bir başkasına uymak,
tâbi olmak.
tarik-ı hak:
hakikat yolu, doğru-
luğa götüren yol.
tecerrüt etmek:
soyutlanmak,
sıyrılmak.
tefrit:
ifratın zıddı; bir şeye aşırı
derece ilgisiz kalma.
teşkil etme:
meydana getirme.
ulvî:
yüksek, yüce.
vazife-i uhreviye:
ahirete ait va-
zifeler.
yabanî:
vahşî, doğal ortamlarda
yaşayan.
zaaf:
zayıflık, güçsüzlük.
acz:
güçsüzlük, yetersizlik.
adem-i ittifak:
ittifaksızlık, bir-
lik oluşturmamak.
amel:
fiil, iş; dinin emirlerini
yerine getirme.
batman:
yaklaşık 8 kilo ağırlı-
ğında bir ağırlık ölçüsü.
dirhem:
eskiden kullanılan 3
gramlık ağırlığa karşılık gelen
ölçü birimi.
ehl-i dalâlet:
doğru ve hak
yoldan çıkanlar, azgın ve sap-
kın inançsız kimseler.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldığın-
dan dolayı ahirete, Allah’ın
emir ve yasaklarına karşı du-
yarsız olanlar.
ehl-i hidayet:
hidayette ve
doğru yolda olanlar, iman et-
miş kimseler.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, gurur.
ferdî:
tek, birey, fert olarak.
hak:
doğru, gerçek.
hatar:
tehlike.
ifrat:
aşırı gitme, haddi, sınırı,
ölçüyü aşma.
iftihar etmek:
övünmek.
ihlâs:
samimiyet, bir işi, bir
ibadeti, başka bir karşılık bek-
lemeksizin, sırf Allah rızası için
yapma.
ihtilâf:
uyuşmazlık, anlaşmaz-
lık.
ihtimal:
mümkün, olabilirlik.
imam:
önder, rehber.
1.
Allah için sevmek. (Feyzü’l-Kadîr, 2:28, hadis no: 1241.)