ey ehl-i hakikat ve tarikat! Hakka hizmet, büyük ve ağır
bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. o defi-
neyi omzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma
koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. kıskanmak
şöyle dursun, gayet samimî bir muhabbetle o gelenlerin
kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziya-
de tesirlerini ve yardımlarını müftehirâne alkışlamak lâ-
zım gelirken, nedendir ki rekabetkârâne o hakikî kardeş-
lere ve fedakâr yardımcılara bakılıyor ve o hâl ile ihlâs ka-
çıyor? Vazifenizde müttehem olup, ehl-i dalâletin naza-
rında, sizden ve sizin mesleğinizden yüz derece aşağı
olan, “din ile dünyayı kazanmak ve ilm-i hakikatle maişe-
ti temin etmek, tamah ve hırs yolunda rekabet etmek” gi-
bi müthiş ithamlara maruz kalıyorsunuz?
Bu marazın çare-i yegânesi: nefsini itham etmek ve
nefsine değil, daima karşısındaki meslektaşına taraftar ol-
mak...
Fenn-i adap ve ilm-i münazaranın uleması mabeynin-
deki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu:
“eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün hak-
lı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve
hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insaf-
sızdır.” Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit, o mü-
nazarada bilmediği bir şeyi öğrenmiyor. Belki gurur ihti-
maliyle zarar edebilir. eğer hak hasmının elinde çıksa, za-
rarsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip menfaattar olur, nef-
sin gururundan kurtulur. demek insaflı hakperest,
Lem’aLar | 387 |
Y
irminci
l
em
’
a
suçlamak.
itham:
suçlu görme, suçlama.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mabeyn:
bir topluluğun içinde ve
arasında olan.
maişet:
yaşama, geçim kaynağı.
maruz:
bir şeyin karşısında ve te-
siri altında bulunan, uğrama.
menfaattar:
menfaatli, faydalı.
mesele:
konu, önemli konu.
meslektaş:
aynı meslekten olan-
lardan her biri.
muhafaza etmek:
korumak.
müftehirâne:
iftihar ederek, övü-
nerek, sevinçle.
münazara:
bir konu üzerinde ya-
pılan tartışma.
müthiş:
dehşet veren, korkunç.
müttehem:
ittiham olunan, suç-
lanan.
nazar:
bakış, itibar.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
rekabet:
rakip olma hâli, kıs-
kanma, birbirini çekememe.
rekabetkârâne:
rakip olarak, re-
kabet ederek.
tamah:
hırs, açgözlülük.
temin etmek:
sağlamak, karşıla-
mak.
tesir:
etki; iz bırakma.
ulema:
âlimler, bilginler.
vazife:
görev.
ziyade:
çok, fazla.
çare-i yegâne:
tek çare, tek
çıkar yol.
daima:
her vakit, sürekli.
define:
değerli gizli hakikatler,
değeri yüksek olan eşya.
düstur:
kaide, kural, prensip.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli;
doğru yoldan çıkanlar, azgın
ve sapkın inançsız kimseler.
ehl-i hakikat:
doğru ve hak
yolda olan kimseler, Müslü-
manlar.
ehl-i tarikat:
Allah’ın rızasına
ulaşmak için, tasavvuf yoluyla
manevî mertebeleri aşan kişi-
ler.
fedakâr:
feda eden, özveride
bulunan, bir şey uğrunda sı-
kıntılara göğüs geren.
fenn-i adap:
terbiye bilgisi,
ahlâk eğitimi.
gayet:
son derece, çok.
Hak:
Hakka hizmet etmek;
din, iman, gerçek ve doğruya
hizmet etmek.
hakikî:
gerçek.
hakperest:
doğruluktan ve
haktan ayrılmayan, hak ve
doğruluğu ciddî seven.
hasım:
düşman.
hırs:
aç gözlülük, doymazlık.
ihlâs:
samimiyet, bir işi, bir
ibadeti, başka bir karşılık bek-
lemeksizin, sırf Allah rızası için
yapma.
ihtimal:
mümkün, olabilirlik.
ilm-i hakikat:
hakikat ilmi,
gerçekleri inceleyen bilim.
ilm-i münazara:
münazara
ilmi, ileri sürülen delilleri ve fi-
kirleri inceleyerek, bir mese-
leyi tartışarak çözümleme ilmi.
insafsızlık:
acımasızlık, vicdan-
sızlık.
itham etmek:
suçlu görmek,