evet, yol iki görünüyor. Cadde-i kübra-i kur’âniye
olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman
olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihti-
mali var. İnşaallah, risale-i nur yoluyla kur’ân-ı Mu’ci-
zülbeyan’ın daire-i kudsiyesine girenler, daima nura, ih-
lâsa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut et-
meyeceklerdir.
ey hizmet-i kur’âniyede arkadaşlarım!
İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en
müessir bir sebebi,
rabıta-i mevttir. evet, ihlâsı zede-
leyen ve riyaya ve dünyaya sevk eden tûl-i emel olduğu
gibi, riyadan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, rabıta-i
mevttir. Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fânî olduğu-
nu mülâhaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır.
evet, ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat, kur’ân-ı Hakîm’in
(2)
n
¿ƒo
`àu
`«n
e r
ºo
¡s
fp
Gn
h l
âu
«n
e n
?s
fp
G @
(1)
p
är
ƒ n
Ÿr
G o
án
?p
F B Gn
P ¢m
ùr
Øn
f t
?o
c
gibi ayet-
lerinden aldığı dersle, rabıta-i mevti sülûklarında esas tut-
muşlar; tûl-i emelin menşei olan tevehhüm-i ebediyeti o
rabıta ile izale etmişler. onlar farazî ve hayalî bir surette
kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor,
kabre konuyor farz edip, düşüne düşüne, nefs-i emmare
o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup, uzun emelle-
rinden bir derece vazgeçer. Bu rabıtanın fevaidi pek çok-
tur. Hadiste
(3)
p
äGs
ò s
?dG p
?p
OÉn
g n
ôr
cp
P Gho
ôp
ã`r
cn
G
(ev kemâ kàl) yani,
“Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz”
diye bu rabıtayı ders veriyor.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
cadde-i kübra-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın büyük ve geniş, sağlam
caddesi.
daima:
her vakit, sürekli.
daire-i kudsiye:
mukaddes, mu-
azzez daire.
desise:
hile, oyun.
ehl-i hakikat:
hakikati arzulayan-
lar, gerçeği bulup onun peşinden
gidenler; Allah adamı.
ehl-i tarikat:
tarikat ehli, kalbini
dünyanın fânî işlerinden ayırıp, Al-
lah sevgisi ile bağlayan kimseler.
emel:
ümit, arzu.
esas:
asıl, temel.
ev kemâ kàl:
söylediği gibi.
fânî:
geçici.
farazî:
var sayılarak.
farz:
saymak, öyle kabul etmek.
fevaid:
menfaatler, faydalar.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm) ait
söz, emir, fiiller.
hayalî:
hayalle ilgili, gerçek olma-
yan.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın hiz-
meti.
ihlâs:
samimiyet, bir işi, bir ameli,
başka bir karşılık beklemeksizin,
sırf Allah rızası için yapma.
ihtimal:
olabilirlik.
iman:
inanma, itikat.
inşaallah:
Allah’ın emri olursa, Al-
lah izin verirse manalarında kulla-
nılan bir dua.
izale:
giderme.
kabir:
mezar.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm.
menşe:
esas, kaynak.
meslek:
gidiş, tutulan yol.
muhafaza:
koruma.
müessir:
tesir eden, tesirli.
mülâhaza:
düşünme, tefekkür.
müteessir:
teessüre kapılan, hü-
zünlü, kederli.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nefs-i emmare:
insana kötü ve
günah olan işlerin yapılmasını em-
reden nefis.
1.
Her nefis ölümü tadıcıdır. (Âl-i İmran Suresi: 185; Enbiya Suresi: 35; Ankebut Suresi: 57.)
2.
Muhakkak ki sen de öleceksin, onlar da ölecekler. (Zümer Suresi: 30.)
3.
Tirmizî, Züht: 4, Kıyamet: 26; Neseî, Cenaiz: 3; İbniMâce, Züht: 31.)
Y
irmi
B
irinci
l
em
’
a
| 396 | Lem’aLar
nur:
parıltı, ışık.
rabıta:
bağlılık.
rabıta-i mevt:
ölümünü dü-
şünerek dünyanın fânî oldu-
ğunu mülâhaza etmekle nef-
sin desiselerinden kurtulma.
riya:
iki yüzlülük, yalandan
gösteriş, samimiyetsizlik.
sevk:
önüne katıp sürme.
sukut:
aşağı düşme.
suret:
biçim, görünüş.
sülûk:
nefsi düzeltmek ve
vuslata ermek amacıyla tasav-
vuf yoluna girme, bu yolun ge-
rektirdiği şartları, edep ve rü-
künleri yerine getirmeye
başlama.
tahayyül:
hayale getirme, zi-
hinde canlandırma.
tahrip:
harap etme, yıkma.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şe-
killendirme, tasarlama.
tevehhüm-i ebediyet:
ebedî
zannetme, sonsuz yaşama
zannı.
tûl-i emel:
dünya hayatının
kısa ve geçiciliğine rağmen
dünyaya ait işlere karşı gös-
terilen aşırı arzu, istek.
zikir:
anma, hatıra getirme.