siyah nur veya âb-ı hayat hükmünde olan mürekkeplerin
bir dirhemi, şühedanın yüz dirhem kanı hükmünde
yevm-i mahşerde size fayda verebilir. öyleyse onu ka-
zanmaya çalışınız.
Eğer deseniz:
“Hadiste âlim tabiri var. Bir kısmımız
yalnız kâtibiz.”
Elcevap:
Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak
ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli
bir âlimi olabilir. eğer anlamasa da, madem risale-i nur
şakirtlerinin bir şahs-ı manevîsi var; şüphesiz o şahs-ı
manevî bu zamanın bir âlimidir. sizin kalemleriniz ise, o
şahs-ı manevînin parmaklarıdır. kendi nokta-i nazarım-
da liyakatsiz olduğum hâlde, haydi, hüsn-i zannınıza bi-
naen bu fakire bir üstatlık ve tebaiyet noktasında bir âlim
vaziyetini verdiğinizden bağlanmışsınız. Ben ümmî ve
kalemsiz olduğum için, sizin kalemleriniz benim kalemim
sayılır; hadiste gösterilen ecri alırsınız.
Sa i d Nu r s î
®
âb-ı hayat:
hayat suyu.
âlim:
bilgin, ilim ile uğraşan.
binaen:
-den dolayı.
dirhem:
iki ile sekiz kilo arasındaki
bir ağırlık birimi.
ecir:
sevap.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm) ait
Y
irmi
B
irinci
l
em
’
a
| 404 | Lem’aLar
söz, emir, fiiller.
hakikat:
gerçek.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
hüsn-i zan:
bir kimse veya
mesele hakkında güzel düşün-
ceye sahip olma.
kâtip:
yazan, yazıcı.
liyakat:
lâyık olma, ehliyet.
mühim:
önemli.
mürekkep:
yazı yazmada kul-
lanılan sıvı madde.
nokta:
yön, cihet.
nokta-i nazar:
bakış açısı.
şahs-ı manevî:
belli bir kişi ol-
mayıp bir cemaatten mey-
dana gelen manevî şahıs.
şakirt:
talebe.
şüheda:
şehitler.
tabir:
ifade.
tebaiyet:
tâbîlik, tâbi olma,
uyma.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan, okumamış.
vaziyet:
durum.
yevm-i mahşer:
mahşer
günü.