kendine celp etmekle enaniyeti okşamak ve nefs-i em-
mareye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı
ruhî olduğu gibi, “şirk-i hafî” tabir edilen riyakârlığa,
hodfüruşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler.
ey kardeşlerim! kur’ân-ı Hakîm’in hizmetindeki mes-
leğimiz hakikat ve uhuvvet olduğu ve uhuvvetin sırrı,
şahsiyetini kardeşler içinde fânî edip
(HaşİYe)
onların nefis-
lerini kendi nefsine tercih etmek olduğundan, mabeyni-
mizde bu nevi hubb-i câhtan gelen rekabet tesir etme-
mek gerektir. Çünkü mesleğimize bütün bütün münafi-
dir. Madem kardeşlerin şerefi umumiyetle her ferde ait
olabilir; o büyük şeref-i manevîyi şahsî, hodfüruşâne, re-
kabetkârâne, cüz’î bir şerefe ve şöhrete feda etmek, ri-
sale-i nur şakirtlerinden yüz derece uzak olduğu ümidin-
deyim.
evet, risale-i nur Şakirtlerinin kalbi, aklı, ruhu böyle
aşağı, zararlı, süflî şeylere tenezzül etmez. Fakat herkes-
te nefs-i emmare bulunur. Bazı da hissiyat-ı nefsiye da-
marlara ilişir, bir derece hükmünü kalb, akıl ve ruhun
rağmına olarak icra eder. sizlerin kalb ve ruh ve aklınızı
ittiham etmem. risale-i nur’un verdiği tesire binaen iti-
mat ediyorum. Fakat nefis ve heva ve his ve vehim
bazen aldatıyorlar. onun için bazen şiddetli ikaz olunu-
yorsunuz. Bu şiddet, nefis ve heva ve his ve vehme ba-
kıyor; ihtiyatlı davranınız.
Lem’aLar | 401 |
Y
irmi
B
irinci
l
em
’
a
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nefs-i emmare:
insana kötü ve
günah olan işlerin yapılmasını em-
reden nefis.
nevi:
çeşit, tür.
rağm:
zıddına, tersine.
rekabet:
rakip olma hâli, aynı
amacı güden kimseler arasındaki
çekişme, yarışma.
rekabetkârâne:
rekabet ederek.
riyakârlık:
iki yüzlülük, sahtekâr-
lık.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi olan
manevî varlık.
sır:
gizli hakikat.
süflî:
aşağılık, bayağı, adî.
şahsî:
hususî.
şahsiyet:
kişilik.
şakirt:
talebe.
şeref:
manevî büyüklük, yüksek-
lik, yücelik.
şeref-i manevî:
manevî şeref.
şirk-i hafî:
gizli şirk, gizli küfür.
şöhret:
ün, şan.
tabir:
ifade.
tenezzül:
inme, alçalma.
tercih:
üstün tutma, öne alma.
tesir:
etki.
uhuvvet:
kardeşlik.
umumiyet:
umumîlik, genellik.
ümit:
umut.
vehim:
yanlış ve esassız düşünce,
kuruntu.
HaşİYe:
evet, bahtiyar odur ki, kevser-i kur’ânîden süzülen tatlı, büyük
bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve ena-
niyetini o havuz içine atıp eritendir.
bahtiyar:
tâli’li, mutlu.
binaen:
-den dolayı.
celp:
çekme, kendine çekmek.
cüz’î:
az, küçük.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
fânî:
ölümlü, geçici.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
fert:
şahıs, kişi.
hakikat:
gerçek.
haşiye:
dipnot.
heva:
arzu, nefsin zararlı ve
günah olan arzuları.
hissiyat-ı nefsiye:
nefsanî his
ve duygular.
hodfüruşâne:
övünerek, ken-
dini beğendirmeye çalışarak.
hodfüruşluk:
kendini beğen-
dirmeye çalışma, övünme.
hubb-i câh:
makam mevki
sevgisi.
hüküm:
karar, emir.
icra:
yürütme, yapma.
ihlâs:
samimiyet, bir işi, bir
ameli, başka bir karşılık bek-
lemeksizin, sırf Allah rızası için
yapma.
ihtiyat:
tedbirli hareket etme.
ikaz:
uyarma.
itimat:
güvenme.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma.
kevser-i Kur’ânî:
Kur’ân pı-
narı.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
mabeyn:
ara.
makam:
mevki.
maraz-i ruhî:
ruhî, psikolojik
rahatsızlık.
meslek:
gidiş, tutulan yol.
mühim:
önemli.
münafi:
zıt, muhalif.