sekiz senede yüz derece fazla edildi. Hâlbuki, kendi
memleketimde ve İstanbul’da, burada benimle çalışan
kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım
varken, burada ben yalnız, kimsesiz, garip, yarım ümmî;
insafsız memurların tarassudat ve tazyikatları altında, ye-
di sekiz sene sizinle ettiğim hizmet, yüz derece eski hiz-
metten fazla muvaffakıyeti gösteren manevî kuvvet, siz-
lerdeki ihlâstan geldiğine kat’iyen şüphem kalmadı.
Hem itiraf ediyorum ki, samimî ihlâsınızla, şan ve şe-
ref perdesi altında nefsimi okşayan riyadan beni bir de-
rece kurtardınız. İnşaallah tam ihlâsa muvaffak olursu-
nuz, beni de tam ihlâsa sokarsınız.
Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (
rA
), o mu’cizevari kerametiy-
le ve Hazret-i gavs-ı Azam (
ks
) o harika keramet-i gay-
biyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar.
Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi manen alkışlı-
yorlar. evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ih-
lâsa binaen gelir. eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların
tokadını yersiniz. onuncu lem’adaki şefkat tokatlarını
tahattur ediniz.
Böyle manevî kahramanları arkanızda zahîr, başınızda
üstat bulmak isterseniz,
(1)
r
º p
¡p
°ùo
Ør
fn
G '
=
¤n
Y n
¿ho
ôp
Kr
D
ƒ o
j n
h
sırrıyla ihlâs-ı
tammı kazanınız.
Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şeref-
te, makamda, teveccühte, hatta menfaat-i maddiye gibi
nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.
Hatta, en lâtif
ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü’mine
binaen:
-den dolayı.
Gavs-ı azam:
en büyük gavs, Ab-
dülkadir-i Geylânî Hazretlerinin
namı.
hakikat-i imaniye:
imana ait ha-
kikat.
harika:
olağanüstü.
himayetkârâne:
korumaya çalı-
şarak, himaye ederek.
ihlâs:
samimiyet, bir işi, bir ameli,
başka bir karşılık beklemeksizin,
sırf Allah rızası için yapma.
ihlâs-ı tam:
tam ihlâs.
iltifat:
ilgi gösterme, gönlü hoş
etme, teveccüh etme.
insafsız:
hakkı kabul etmeme,
adaletsizlik.
İnşaallah:
Allah’ın emri olursa, Al-
lah izin verirse manalarında kulla-
nılan bir dua.
itiraf:
kabahatini gizlemeyip söy-
lemek.
kat’iyen:
kesin olarak.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya ta-
biatüstü hâdiseler.
keramet-i gaybiye:
gaypla ilgili
keramet, istikbal ile alâkalı kera-
met.
lâtif:
hoş, güzel.
lem’a:
parıltı.
makam:
mevki, yer.
manen:
mana itibarıyla, manaca.
manevî:
manaya ait.
menfaat-i maddiye:
maddî
menfaat.
mu’cizevari:
mu’cize gibi.
muhtaç:
ihtiyacı olan, ihtiyaç
içinde bulunan.
muvaffak:
başarılı.
muvaffakıyet:
başarı, başarılı
olma.
mü’min:
iman eden, inanan.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıko-
yan güç.
riya:
iki yüzlülük, yalandan
gösteriş, samimiyetsizlik.
samimî:
içten, candan, gönül-
den.
sır:
gizli hakikat.
sırr-ı ihlâs:
ihlâs sırrı.
şan:
şöhret, ün.
şeref:
manevî büyüklük, yük-
seklik, yücelik.
şüphe:
tereddüt, kuşku.
tahattur:
hatırlama, hatıra ge-
tirme.
tarassudat:
gözlemeler, gö-
zetmeler.
tazyikat:
tazyikler, baskılar,
zorlamalar.
tercih:
bir şeyi diğerlerinden
üstün tutma, öne alma.
teselli:
avutma, güzel sözler
söyleyerek rahatlatma.
teveccüh:
yönelme, sevgi, ilgi
ümmî:
okuma yazma bilme-
yen, tahsil görmemiş.
zahîr:
yardımcı.
1.
Onları kendi nefislerine tercih ederler. (Haşir Suresi: 9.)
Y
irmi
B
irinci
l
em
’
a
| 394 | Lem’aLar