BİRİNCİsİ:
Menfaat-i maddiye cihetinden gelen re-
kabet, yavaş yavaş ihlâsı kırar. Hem netice-i hizmeti de
zedeler. Hem o maddî menfaati de kaçırır.
evet, hakikat ve ahiret için çalışanlara karşı bu millet
bir hürmet ve bir muavenet fikrini daima beslemiş. Ve
bilfiil onların hakikat-i ihlâslarına ve sadıkane olan hiz-
metlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle, onların ha-
cat-ı maddiyelerinin tedarikiyle meşgul olup vakitlerini
zayi etmemek için, sadaka ve hediye gibi maddî menfa-
atlerle yardım edip hürmet etmişler. Fakat bu muavenet
ve menfaat istenilmez, belki verilir. Hem kalben arzu
edip muntazır kalmakla, lisan-ı hâl ile dahi istenilmez.
Belki ummadığı bir hâlde verilir. Yoksa ihlâsı zedelenir.
Hem
(1)
k
Ó«
p
?n
b Ék
æn
ªn
K »
p
JÉn
j'
Ép
H Gho
ôn
àr
°ûn
J n
’n
h
ayetinin nehyine yana-
şır, ameli kısmen yanar.
İşte bu maddî menfaati arzu edip muntazır kalmak,
sonra nefs-i emmare, hodgâmlık cihetiyle, o menfaati
başkasına kaptırmamak için, hakikî bir kardeşine ve o
hususî hizmette arkadaşına karşı bir rekabet damarı
uyandırır. İhlâsı zedelenir, hizmette kudsiyeti kaybeder,
ehl-i hakikat nazarında sakil bir vaziyet alır. Ve maddî
menfaati de kaybeder.
Her ne ise, bu hamur çok su götürür. kısa kesip, yal-
nız, hakikî kardeşlerimin içinde sırr-ı ihlâsı ve samimî it-
tifakı kuvvetleştirecek iki misal söyleyeceğim.
Birinci Misal:
ehl-i dünya, büyük bir servet ve şiddet-
li bir kuvvet elde etmek için, hatta bir kısım ehl-i siyaset
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
amel:
fiil, iş.
arzu:
aşırı istek, heves.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bilfiil:
kendi çalışması ile.
cihet:
yön.
daima:
sürekli, her zaman.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, ahireti
düşünmeyen.
ehl-i hakikat:
hakikati arzulayan-
lar, gerçeği bulup onun peşinden
gidenler.
ehl-i siyaset:
siyaset adamları, po-
litikacılar.
hacat-ı maddiye:
maddî ihtiyaç-
lar.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i ihlâs:
ihlâsın gerçeği,
özü, hakikati.
hakikî:
gerçek.
hediye:
karşılıksız olarak verilen
şey, armağan.
hodgâm:
kendi keyfini düşünen,
bencil.
hususî:
özel.
hürmet:
riayet, ihtiram.
İhlâs:
samimiyet, bir işi, bir ameli,
başka bir karşılık beklemeksizin,
sırf Allah rızası için yapma.
iştirak:
ortak olma.
ittifak:
fikir birliği etme, uyuşma,
birleşme.
kalben:
kalb ile, kalbden, samimî,
içten.
kısım:
parça, takım.
kısmen:
kısmî olarak.
kudsiyet:
kutsallık, mukaddeslik,
yücelik.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin du-
ruşu ve görünüşü ile bir mana
ifade etmesi.
maddî:
madde ile alâkalı, para,
mal v.b. şeylerle ilgili.
menfaat:
fayda.
menfaat-i maddiye:
maddî
menfaat.
meşgul:
ilgilenme, uğraşma.
misal:
örnek.
muavenet:
yardım.
muntazır:
bekleyen, gözeten.
nazar:
bakış, dikkat.
nefs-i emmare:
insana kötü
ve günah olan işlerin yapılma-
sını emreden nefis.
nehiy:
yasaklama, menetme.
netice-i hizmet:
yapılan bir
hizmetin neticesi.
rekabet:
rakip olma hâli, aynı
amacı güden kimseler arasın-
daki çekişme, yarışma, yarış.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç
sahibi fakirlere yapılan yardım.
sadıkane:
sadık olarak, doğru
bir şekilde.
sakil:
ağır, sıkıntı veren, sıkın-
tılı.
samimî:
içten, candan, gönül-
den, kalbî.
sırr-ı ihlâs:
ihlâs sırrı.
tedarik:
hazırlama, elde bu-
lundurma, sağlama.
vakit:
zaman.
vaziyet:
durum.
zayi:
elden çıkma, ziyan olma.
1.
Benim ayetlerimi az bir dünya menfaatiyle değiştirmeyin. (Bakara Suresi: 41.)
Y
irmi
B
irinci
l
em
’
a
| 398 | Lem’aLar