Fakat mesleğimiz tarikat olmadığı, belki hakikat oldu-
ğu için, bu rabıtayı, ehl-i tarikat gibi farazî ve hayalî su-
retinde yapmaya mecbur değiliz. Hem meslek-i hakika-
te uygun gelmiyor. Belki, akıbeti düşünmek suretinde
müstakbeli zaman-ı hâzıra getirmek değil, belki hakikat
noktasında zaman-ı hâzırdan istikbale fikren gitmek, na-
zaran bakmaktır. evet, hiç hayale, faraza lüzum kalma-
dan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan
kendi cenazesine bakabilir. onunla yalnız kendi şahsının
mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse asrının
ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse dün-
yanın ölümünü de müşahede eder, ihlâs-ı etemme yol
açar.
İkinci sebep,
iman-ı tahkikînin kuvvetiyle ve mari-
fet-i sânii netice veren masnuattaki tefekkür-i imanîden
gelen lemaat ile bir nevi huzur kazanıp, Hâlık-ı rahîm’in
hazır, nazır olduğunu düşünüp, ondan başkasının tevec-
cühünü aramayarak, huzurunda başkalarına bakmak,
medet aramak o huzurun edebine muhalif olduğunu dü-
şünmekle o riyadan kurtulup ihlâsı kazanır.
Her ne ise, bunda çok derecat, meratip var. Herkes
kendi hissesine göre ne kadar istifade edebilse o kadar
kârdır. risale-i nur’da riyadan kurtaracak, ihlâsı kazan-
dıracak çok hakaik zikredildiğinden, ona havale edip bu-
rada kısa kesiyoruz.
İhlâsı kıran ve riyaya sevk eden pek çok esbaptan iki
üçünü muhtasaran beyan edeceğiz.
Lem’aLar | 397 |
Y
irmi
B
irinci
l
em
’
a
mecbur:
zorunlu.
medet:
inayet, yardım.
meratip:
mertebeler.
meslek:
gidiş, tutulan yol.
meslek-i hakikat:
hak ve hakikat
mesleği, yolu.
mevt:
ölüm.
muhalif:
karşıt, zıt.
muhtasaran:
muhtasar olarak,
kısa olarak, özet olarak.
müstakbel:
gelecek zaman.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
nazaran:
bakarak.
nazır:
nezaret eden, bakan, .
netice:
sonuç.
nevi:
çeşit, tür.
rabıta:
bağlılık.
riya:
iki yüzlülük, yalandan gös-
teriş, samimiyetsizlik.
sevk:
sürme.
suret:
biçim, tarz.
şahıs:
kendi varlığı, nefis, zat.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için, şey-
hin gözetiminde müridin takip
edeceği terbiye usul ve yolu, seyir
ü sülûk sırasında tutulan yol.
tefekkür-i imanî:
iman gözlü-
ğüyle bakıp tefekkür etmek.
teveccüh:
yönelme.
zaman-ı hâzıra:
şimdiki zaman.
zikir:
anma.
akıbet:
son.
asır:
yüzyıl.
beyan:
anlatma, izah.
cenaze:
insan ölüsü.
derecat:
dereceler.
edep:
terbiye, güzel ahlâk.
ehl-i tarikat:
tarikat ehli, kal-
bini dünyanın fânî işlerinden
ayırıp, Allah sevgisi ile bağla-
yan kimseler.
esbap:
nedenler, sebepler.
faraza:
farz etme, var sayma.
farazî:
farz etme esasına da-
yanan, zan ve tahmin edilen.
fikren:
fikir ile, düşünerek, zih-
nen.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek.
Hâlık-ı rahîm:
sonsuz merha-
met ve şefkat sahibi yaratıcı,
Allah.
havale:
başka yere bırakma.
hayalî:
hayalle ilgili, gerçek ol-
mayan.
hâzır:
huzurda olan.
hisse:
pay.
ihlâs:
samimiyet, bir işi, bir
ameli, başka bir karşılık bek-
lemeksizin, sırf Allah rızası için
yapma.
ihlâs-ı etem:
tam ve mükem-
mel ihlâs.
iman-ı tahkikî:
inandığı şey-
lerin aslını, esasını bilerek
inanma.
istifade:
faydalanma.
istikbal:
gelecek zaman.
lemaat:
parıltılar, parlayışlar.
lüzum:
gerekme, gereklik.
marifet-i Sâni:
eşyayı tam bir
hüner ve sanatla vücuda geti-
ren sanatkârın marifeti.
masnuat:
sanatla yapılmış
şeyler.