Belki o rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyâr ile makusen müte-
nasiptir. Çünkü, çocukların iktidar ve ihtiyârı geldikçe
rızkı azalır, uzaklaşır, sakilleşir.
(1)
»'
ær
Øn
j n
’ l
õr
æn
c o
án
YÉn
æn
?r
dn
G
hadi-
sinin sırrıyla, kanaat bir define-i hüsn-i maişet ve rahat-ı
hayattır. Hırs ise, bir maden-i hasaret ve sefalettir.
ÜÇÜNCÜ NeTİCe:
Hırs, ihlâsı kırar, amel-i uhrevi-
yeyi zedeler. Çünkü, bir ehl-i takvanın hırsı varsa, tevec-
cüh-i nâsı ister. teveccüh-i nâsı müraat eden, ihlâs-ı
tammı bulamaz. Bu netice çok ehemmiyetli, çok cây-ı
dikkattir.
elhâsıl,
israf, kanaatsizliği intaç eder. Kanaatsizlik ise,
çalışmanın şevkini kırar, tembelliğe atar, hayatından şek-
va kapısını açar, mütemadiyen şekva ettirir.
(HaşİYe)
Hem
ihlâsı kırar, riya kapısını açar. Hem izzetini kırar, dilen-
cilik yolunu gösterir.
İktisat ise, kanaati intaç eder.
(2)
n
™n
ªn
W r
øn
e s
?n
P n
™n
æn
b r
øn
e s
õn
Y
hadisin sırrıyla,
kanaat, izzeti intaç eder. Hem sa’ye ve
çalışmaya teşci eder. Şevkini ziyadeleştirir, çalıştırır.
Çünkü, meselâ bir gün çalıştı. Akşamda aldığı cüz’î bir
ücrete kanaat sırrıyla, ikinci gün yine çalışır. Müsrif ise,
kanaat etmediği için, ikinci gün daha çalışmaz. Çalışsa
da şevksiz çalışır.
HaşİYe:
evet, hangi müsrifle görüşsen, şekvalar işiteceksin. ne kadar
zengin olsa da, yine dili şekva edecektir. en fakir, fakat kanaatkâr bir
adamla görüşsen, şükür işiteceksin.
amel-i uhreviye:
ahirete ait fiil, iş,
amel, ibadet.
aziz:
değerli, şerefli.
cây-ı dikkat:
dikkate değer, ilgi
çekici.
cüz’î:
az, küçük, sınırlı.
define-i hüsn-i maişet:
iyi ge-
çinme kaynağı, hazinesi.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i takva:
Allah korkusuyla gü-
nahlardan sakınan, emirlerine ti-
tizlikle bağlı olan kimseler.
elhâsıl:
hâsılı, sonuç olarak.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm) ait
söz, emir, ve fiiller, veya onun
onayladığı başkasına ait söz, iş
veya davranış.
haşiye:
dipnot.
hırs:
aç gözlülük, cimrilik.
ihlâs:
samimiyet, içtenlik, doğru-
luk; bir işi, bir ameli, başka bir kar-
şılık beklemeksizin sırf Allah rızası
için yapmak.
ihlâs-ı tam:
tam ihlâs, içtenlik,
doğruluk; ibadet ve davranışlarda
sırf Allah rızasını gözetmek.
ihtiyâr:
tercih, kendi istek ve ar-
zularına göre hareket etme, hür
irade.
iktidar:
güç yetme, bir işi yapa-
bilme gücü.
iktisat:
tutumluluk, tasarruf, ge-
reğinden fazla veya az harcamak-
tan kaçınma.
intaç etme:
netice, sonuç verme.
intaç:
netice verme, sonuçlanma.
israf:
ihtiyaçtan fazlasını harcama,
savurganlık.
izzet:
değer, itibar, şeref.
kanaat sırrıyla:
kanaat esasına
uyularak.
kanaat:
göz tokluğu, elindekini
yeterli görüp fazlasını istememe.
kanaatkâr:
kanaat eden, kısme-
tine razı olan, elindeki ile yetinen.
kanaatsizlik:
gözü doymazlık,
elindeki ile yetinmeme.
maden-i hasaret:
kaybetmenin
sebebi, kaynağı.
makusen mütenasip:
ters oran-
tılı.
meselâ:
örneğin.
müraat etmek:
uygulamak, uy-
mak, tatbik etmek.
müsrif:
israf eden, saçıp savuran.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı olarak.
netice:
sonuç.
rahat-ı hayat:
hayatın rahatı, hu-
zur ve esenlik üzere yaşama du-
rumu.
riya:
iki yüzlülük, yalandan gös-
teriş, insanlar görsünler diye iba-
det yapmak, samimî olmamak.
rızık:
Allah tarafından her canlı
için ayrılmış ve takdir edilmiş
olan nimet, yiyecek içecek.
rızk-ı helâl:
helâl rızık.
sakil:
ağır, zor, sıkıntılı.
sa’y:
çalışma, çabalama, emek
harcama.
sefalet:
sefillik, hakirlik, maddî
ve manevî yoksulluk.
sır:
gizli hakikat; bir şeyin dik-
kat, yetenek, tecrübe ile an-
laşılabilen en zor ve en ince
yanı.
şekva etmek:
şikâyet etmek,
yakınmak.
şekva:
şikâyet, yakınma.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
şükür:
Allah’ a karşı minnet
duyma, bütün nimetlerin sa-
hibi olduğunu bilme, teşekkür
etme.
teşci etmek:
cesaret vermek.
teveccüh-i nâs:
insanların te-
veccühü, ilgi ile yönelmesi.
ziyade:
artma, çoğalma.
1.
Kanaat tükenmez bir hazinedir. (Beyhakî, Züht: 2:88; Aclûnî, Keşfü'l-Hafa, 2:133; Fethu’l-Kebir,
2:309.)
2.
Kanaat eden aziz olur; tamahkâr (açgözlü olan) aşağılanır. (İbnü'l-Esîr, en-NihayefîGaribi'l-
Hadis, 4:114; Zebîdî, Tâcü'l-Arûs, 22:90.
o
n
d
okuzuncu
l
em
’
a
| 366 | Lem’aLar