eden, bu risalenin telifi senesinde Isparta’da hücremde
cereyan eden bir vakıa var. Şöyle ki:
kaideme ve düstur-i hayatıma muhalif bir surette, bir
talebem iki buçuk okkaya yakın bir balı, bana hediye ka-
bul ettirmeye ısrar etti. ne kadar kaidemi ileri sürdüm,
kanmadı. Bilmecburiye, yanımdaki üç kardeşime yedir-
mek ve şaban-ı şerif ve ramazanda o baldan iktisatla otuz
kırk gün üç adam yesin ve getiren de sevap kazansın ve
kendileri de tatlısız kalmasın diyerek, “Alınız” dedim. Bir
okka bal da benim vardı. o üç arkadaşım, gerçi müsta-
kim ve iktisadı takdir edenlerdendi. Fakat, her ne ise,
birbirine ikram etmek ve her biri ötekinin nefsini okşa-
mak ve kendi nefsine tercih etmek olan, bir cihette ulvî
bir hasletle iktisadı unuttular. üç gecede iki buçuk okka
balı bitirdiler. Ben gülerek dedim: “sizi otuz kırk gün o
bal ile tatlandıracaktım. siz otuz günü üçe indirdiniz. Afi-
yet olsun!” dedim. Fakat ben, kendi o bir okka balımı ik-
tisatla sarf ettim. Bütün şaban ve ramazanda hem ben
yedim, hem, lillâhilhamd, o kardeşlerimin her birisine if-
tar vaktinde birer kaşık
(HaşİYe)
verip, mühim sevaba me-
dar oldu.
Benim hâlimi görenler, o vaziyetimi belki hısset telâk-
ki etmişlerdir. öteki kardeşlerimin üç gecelik vaziyetleri-
ni bir civanmertlik telâkki edebilirler. Fakat, hakikat nok-
tasında, o zahirî hısset altında ulvî bir izzet ve büyük bir
bereket ve yüksek bir sevap gizlendiğini gördük. Ve o
Lem’aLar | 361 |
o
n
d
okuzuncu
l
em
’
a
mak.
sevap:
yararlı, hayırlı bir davra-
nışta bulunma, Allah’ın rızasını ve
mükâfatını kazandıran işler yap-
mak.
suret:
biçim, tarz.
şaban-ı şerif:
Hicrî ayların sekizin-
cisi ve mübarek Üç Aylardan mü-
barek şaban ayı.
takdir etmek:
beğenmek, bir şe-
yin değerini, önemini, gereğini an-
lamak.
talebe:
öğrenci.
telâkki etmek:
anlamak, algıla-
mak.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
tercih etmek:
öne almak, yeğle-
mek, öncelik vermek,.
ulvî:
yüksek, üstün, yüce.
vakıa:
olay, hâdise.
vaziyet:
durum.
zahirî:
açıkça görünen, dış görü-
nüşteki.
HaşİYe:
Yani, büyükçe bir çay kaşığı iledir.
bereket:
bolluk, çokluk, feyiz,
fayda.
bilmecburiye:
mecburiyetle,
zorunlu olarak.
cereyan:
olma, meydana
gelme.
cihet:
yön, taraf.
civanmert:
mert, özü sözü
sağlam, iyilik sever.
düstur-i hayat:
hayat düsturu,
hayatta umulan faydaların
elde edilmesi için uyulan ilke,
prensip.
hakikat:
gerçek, doğru.
haslet:
güzel huy, iyi özellik.
haşiye:
dipnot.
hısset:
hasislik, cimrilik, pinti-
lik.
hücre:
oda.
iftar vakti:
akşam vakti, oruç
açma zamanı.
ikram etmek:
ağırlamak, bir
şey sunmak.
iktisat:
tutumluluk, gereğin-
den fazla veya az harcamak-
tan kaçınma.
izzet:
değer, itibar, şeref.
kaide:
kural.
lillâhilhamd:
hamd Allah’a
mahsustur, övgü, medih, min-
net ve şükür yalnız onadır.
medar olmak:
dayanak; yar-
dıma, yararlığa, vesile, olmak.
muhalif:
zıt.
mühim:
önemli.
müstakim:
dosdoğru olan, is-
tikamet sahibi.
nefis:
nefis, bir insanın ken-
disi.
okka:
1.283 grama denk gelen
ağırlık ölçüsü.
sarf etme:
harcama.
sevap kazanmak:
hayırlı bir
davranışta bulunmak, Allah’ın
rızasını kazandıran işler yap-