zatlardan, Hazret-i gavs gibi keramat-ı harikaya mazha-
riyeti dünyaca meşhur bir zatın bir kerameti olarak, ma-
nevî tevatürle nakledilmiş.
Hazret-i gavs demiş:
“ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o za-
man o da tavuk yesin.”
İşte, Hazret-i gavs’ın bu emrinin manası şudur ki: ne
vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı
midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit
leziz şeyleri yiyebilir.
DörDüNCü NüKte
“İktisat eden, maişetçe aile belâsını çekmez” mealin-
deki
(1)
n
ón
°ün
àr
bG p
øn
e o
?ƒo
©n
j n
’
hadis-i şerifi sırrıyla, iktisat eden,
maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez.
evet, iktisat kat’î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-i
maişet olduğuna o kadar kat’î deliller var ki, had ve he-
saba gelmez. ezcümle, ben kendi şahsımda gördüğüm
ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zatların şahadetleriy-
le diyorum ki:
İktisat vasıtasıyla bazen bire on bereket gördüm ve ar-
kadaşlarım gördüler. Hatta dokuz sene (şimdi otuz sene)
evvel benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir
kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için,
zekâtlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. o zengin
reislere dedim: “gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım
Lem’aLar | 357 |
o
n
d
okuzuncu
l
em
’
a
naya ait,.
mazhariyet:
kavuşma, elde edip
üzerinde gösterme.
meal:
mana, anlam.
medar-ı hüsn-i maişet:
kolay ve
güzelce geçinme kaynağı.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı.
meşhur:
tanınmış, ünlü.
nakil:
anlatma, aktarma.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nefyedilmek:
sürülen, sürgün
edilmek.
nükte:
ince ve derin manalı söz.
reis:
başkan, lider.
ruh:
hayatın temeli ve sebebi olan
manevî varlık, insandaki canlılığın
ve diriliğin kaynağı.
sebeb-i bereket:
bolluk ve saadet
nedeni.
sefalet:
sefillik, maddî ve manevî
yoksulluk sonucu meydana gelen
düşkünlük.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat,
tecrübe, yetenek ve sezgi yardı-
mıyla kavranabilen en zor en ince
yanı.
şahadet:
şahitlik.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet
duyma.
tevatür:
yalan üzerine birleşme-
leri mümkün olmayan toplulukla-
rın bir haberi aktarması, veya ak-
tarılırken susmak suretiyle
doğruluğunu tasdik etmesi.
vakit:
zaman.
vasıta:
aracılık, vesile.
zat:
kişi, şahıs.
zekât:
İslâm’ın beş şartından biri
olan, mal veya paradan kırkta bi-
rinin muhtaçlara verilmesi.
zillet:
hakirlik, horluk, aşağılık.
belâ:
musibet, sıkıntı.
bereket:
bolluk, hayır.
ceset:
vücut, beden.
delil:
ispatlayıcı kanıt, şahit,
bürhan.
emr:
emir, buyruk.
ezcümle:
bu cümleden olarak,
özetle.
had hesaba gelme:
sınırsız ve
sonsuz bir şekilde.
hadis-i şerif:
Peygamberimiz-
den aktarılan sözlerin genel
adı.
Hâkim olma:
hükmü altında
tutma, idare etme.
Hazret-i Gavs:
pek saygı de-
ğer, en büyük velî olan Abdül-
kadir-i Geylânî.
iktisat:
tutumluluk, gereğin-
den fazla veya az harcamak-
tan kaçınma.
kat’î:
kesin.
keramat-ı harika:
harika ke-
rametler, Allah’ın ikramı olan
olağanüstü şeyler.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler veya tabiatüstü olaylar.
leziz:
lezzetli, tatlı.
maişet:
geçim, yaşayış.
maişet:
geçim, yaşayış.
mana:
anlam.
manevî:
maddî olmayan, ma-
1.
Müsned, 1:447; Münavi, Feyzü’l-Kadîr, 5:454, no: 7939; Hindî, Kenzü’l-Ummal, 3:36, 6:49, 56,
57.