noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatı-
rı için kırk paradan on kuruşa çıkmak ne kadar manasız
ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin.
Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmak-
la beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, ka-
pıcıyı baştan çıkarır. “Hâkim benim” der. kim fazla bah-
şiş ve lezzet verse onu içeriye sokacak, ihtilâl verecek,
yangın çıkaracak. “Aman, doktor gelsin, hararetimi tes-
kin etsin, ateşimi söndürsün” dedirmeye mecbur edecek.
İşte, iktisat ve kanaat, hikmet-i İlâhiyeye tevfik-i hare-
kettir; kuvve-i zaikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre
bahşiş verir. İsraf ise, o hikmete zıt hareket ettiği için ça-
buk tokat yer, mideyi karıştırır, iştiha-i hakikîyi kaybeder.
tenevvü-i et’imeden gelen sun’î bir iştiha-i kâzibe ile ye-
dirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.
üÇüNCü NüKte
sabık İkinci nüktede, “kuvve-i zaika kapıcıdır” dedik.
evet, ehl-i gaflet ve ruhen terakki etmeyen ve şükür mes-
leğinde ileri gitmeyen insanlar için bir kapıcı hükmünde-
dir. onun telezzüzü hatırı için israfata ve bir dereceden
on derece fiyata çıkmamak gerektir.
Fakat, hakikî ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatin ve ehl-i
kalbin kuvve-i zaikası, Altıncı sözdeki muvazenede be-
yan edildiği gibi, kuvve-i zaikası rahmet-i İlâhiyenin mat-
bahlarına bir nazır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o
Lem’aLar | 355 |
o
n
d
okuzuncu
l
em
’
a
gusu.
mana:
anlam.
matbah:
mutfak.
muvazene:
denge, kıyas.
müfettiş:
teftişçi; denetleyici me-
mur.
nazır:
nezaret eden, gözeten.
nükte:
ince ve derin manalı söz.
rahmet-i İlâhiye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti, İlâhî rahmet.
ruhen:
ruh bakımından, ruh yö-
nünden.
sabık:
geçen.
sun’î:
uydurma, yapmacık.
şükür:
kulun Allah’a karşı minnet
duyması, teşekkür etmesi.
telezzüz:
lezzet alma, tat alma.
tenevvü-i et’ime:
nimetlerin, ye-
meklerin çeşitliliği.
terakki etme:
yükselme, gelişme,
ilerleme.
teskin etme:
sakinleştirme, rahat-
latma.
tevfik-i hareket:
uygun hareket
ve davranışta bulunma.
bahşiş:
bir hizmet görene hak-
kından ayrı olarak verilen, üc-
ret hediye.
beyan etmek:
açıklamak, izah
etmek.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldığın-
dan dolayı, ahirete ve Allah’ın
emir ve yasaklarına karşı du-
yarsız olanlar.
ehl-i hakikat:
gerçeği bulup
onun peşinden gidenler; Allah
adamı.
ehl-i kalb:
kalb ehli, manevî
derecelere ulaşanlar.
ehl-i şükür:
şükredenler, Al-
lah’a karşı minnet duyanlar.
hakikî:
gerçek.
Hâkim:
hükmü altında tutan,
idare eden, yönetici.
hararet:
ısı, sıcaklık, ateş.
hazım:
sindirim.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki İlâhî gaye, fayda.
hikmet-i İlâhiye:
Allah’ın hik-
meti; bütün âlemde ve her
şeyde gözettiği gaye, fayda.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
ihtilâl vermek:
düzensizlik ve
karışıklığa sebep olmak.
iktisat:
tutumluluk, gereğin-
den fazla veya az harcamak-
tan kaçınma.
israf:
ihtiyaçtan fazlasını har-
cama, savurganlık.
israfat:
israflar, lüzumsuz yere
harcamalar.
iştiha-i hakikî:
gerçek iştah
özelliği.
iştiha-i kâzibe:
yalancı, alda-
tıcı iştah.
kanaat:
göz tokluğu, elindeki
ile yetinme.
kıyas etme:
karşılaştırma.
kuvve-i zaika:
tat alma duy-