muhafazasına ve Âl-i Beytin hürmetine ve meveddetine
çalışmaları ve o müthiş mehalike karşı sarsılmadıkları hâl-
de imdad-ı ruhaniye ve kuvve-i maneviyenin takviyesine
pek çok muhtaç oldukları bir zamanda, o ulûm-i evvelîn
ve ahirîni bildiğini müftehirâne iddia eden Hazret-i Ali
(
rA
), mümkün müdür ki, evlâdından olan gavs-ı geylâ-
nî’den geri kalsın. Şeceat-i Haydarânesiyle risale-i nur
Şakirtlerinin imdadına yetişmesin. elbette bu suretle ye-
tişir ve yetişti.
Malûmdur ki, meselâ umum bir cemaat içinde biri ha-
reket etse, biri dese “ey insan bana bak”; o
insan
lâfz-ı
umumîsinde, karine-i hâl ile o muayyen adama hitaptır.
Madem mukteza-i hâl ve karine-i hâl ile Hazret-i Ali’nin
(
rA
) umum muhatapları içinde en ziyade muhtaç ve en zi-
yade Hazret-i Ali’nin (
rA
) maksadı lehinde hareket eden
risale-i nur Şakirtleridir; elbette, o zat istikbale bakıp
(1)
o
¿Gn
ƒr
Np
’r
G Én
¡t
`jn
G Én
j
tabiriyle konuştuğu cemaat içinde en ziya-
de müteharrik ve kuvve-i maneviyenin takviyesine muh-
taç olanlara hususiyetle bakar.
Beşinci Emare:
ecnebi hurufatını ehl-i İslâm’ın en
mühim hükûmeti resmî bir surette kabul ve neşir ve ceb-
rettiği hâlde, risale-i nur Şakirtleri bütün kuvvetleriyle
hatt-ı kur’âniyeyi harika bir surette neşir ve tamim ile mu-
hafazasına çalıştıkları bir zamanda, Hazret-i Ali (
rA
), ay-
nı tarihiyle ondan haber vermekle gaybî kerametini be-
yan ettiği yerde, ulema içinde birisine iltifat
Lem’aLar | 347 |
o
n
S
ekizinci
l
em
’
a
leh:
onun tarafına, ondan yana.
maksat:
gaye, amaç.
malûm:
bilinen, belli.
mehalik:
tehlikeler, helâketler.
meselâ:
örneğin.
meveddet:
sevgi, muhabbet.
muayyen:
belirli.
muhafaza:
koruma.
muhatap:
hitap olunan, kendisine
söz söylenilen.
muhtaç:
ihtiyacı olan, ihtiyaç
içinde bulunan.
mukteza-i hâl:
durumun gereği.
müftehirâne:
iftihar ederek, gu-
rurla.
mühim:
önemli.
mümkün:
olabilir.
müteharrik:
hareket eden, hare-
ketli.
müthiş:
dehşet veren, korkutan.
neşir:
yayma.
suret:
biçim, tarz.
şecaat-i Haydarâne:
aslanca güç
ve kuvveti, Hz. Ali gibi.
tabir:
ifade.
takviye:
kuvvetlendirme.
tamim:
umumîleştirme, herkese
duyurma.
ulema:
âlimler, bilginler.
ulûm-i evvelîn ve ahirîn:
önceki
ve sonraki ilimler.
umum:
bütün.
zat:
kişi.
ziyade:
çok, fazla.
Âl-i Beyt:
Hz. Muhammed’in
(asm) ailesinden olan.
beyan:
anlatma, izah.
cebir:
zorlama, baskı yapma.
cemaat:
topluluk.
ecnebi:
yabancı.
ehl-i İslâm:
İslâm topluluğu,
Müslümanlar.
emare:
alâmet, karine.
evlât:
veletler, çocuklar.
Gavs-ı Geylânî:
Abdülkadir-i
Geylânî.
gaybî keramet:
gayba ait ke-
ramet.
harika:
olağanüstü.
hatt-ı Kur’âniye:
Kur’ân ya-
zısı.
hitap:
birine söz söyleme.
hurufat:
harfler.
hususiyet:
hususîlik, ayırıcı
özellik.
hürmet:
riayet, ihtiram.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma.
iltifat:
ilgi gösterme, lütuf, ik-
ram.
imdad-ı ruhaniye:
gözle gö-
rülmeyen yardımlar.
imdat:
yardım.
istikbal:
gelecek zaman.
karine-i hâl:
durumun işaret
ve delili.
kuvve-i maneviye:
manevî
güç.
lâfz-ı umumî:
genel söz,
umumî lâfız.
1.
Ey aziz kardeşler!