zahiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına
kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muha-
lif olduğundan, vahim neticeleri vardır.
İKİNCİ NüKte
Fâtır-ı Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir saray
suretinde ve muntazam bir şehir misalinde yaratmış.
Ağızdaki kuvve-i zaikayı bir kapıcı, asap ve damarları te-
lefon ve telgraf telleri gibi, kuvve-i zaika ile merkez-i vü-
cuttaki mide ile bir medar-ı muhabereleridir ki, ağza ge-
len maddeyi o damarlarla haber verir. Bedene, mideye
lüzumu yoksa “Yasaktır” der, dışarı atar. Bazen de, be-
dene menfaati olmamakla beraber, zararlı ve acı ise, he-
men dışarı atar, yüzüne tükürür.
İşte, madem ağızdaki kuvve-i zaika bir kapıcıdır; mide,
cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir. o
saraya veyahut o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen
hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş
nev’inden ancak beş derecesi muvafık olur, fazla olamaz.
tâ ki, kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp, vazifeyi unutup,
fazla bahşiş veren ihtilâlcileri saray dahiline sokmasın.
İşte, bu sırra binaen, şimdi iki lokma farz ediyoruz: Bir
lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddi maddeden kırk
para, diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki
lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur,
müsavidirler. Boğazdan geçtikten sonra, ceset besleme-
sinde yine müsavidirler. Belki, bazen kırk paralık peynir
daha iyi besler. Yalnız ağızdaki kuvve-i zaikayı okşamak
âlâ:
üstün, yüce.
asap:
sinir.
bahşiş:
bir hizmet görene hakkın-
dan ayrı olarak verilen ücret, he-
diye.
bahşiş:
bir hizmet görene hakkın-
dan ayrı olarak verilen ücret, he-
diye.
binaen:
-den ötürü, dayanarak.
ceset:
vücut, beden.
dahil:
iç, içeri.
farz etmek:
var saymak, öyle ka-
bul etmek.
o
n
d
okuzuncu
l
em
’
a
| 354 | Lem’aLar
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir
maksada uygun ve hikmetle
benzersiz bir şekilde yaratan
yüce Allah.
hâkim:
hükmeden, emir ve
idaresi altında tutan, yöneten.
hikmet:
gaye, fayda, sebep.
idare:
yönetme, çekip çe-
virme.
ihtilâl:
düzensizlik, karışıklık.
israf:
ihtiyaçtan fazlasını har-
cama, savurganlık.
itibarıyla:
sayılmak üzere, ba-
kımından.
kıymet:
değer.
kuvve-i zaika:
tat alma duy-
gusu.
lüzum:
ihtiyaç, gerekli olan.
medar-ı muhabere:
haber-
leşme vasıtası.
menfaat:
fayda.
merkez-i vücut:
vücudun
merkezi.
mezkûr:
zikredilen, anılan.
misal:
örnek, gibi, benzer.
mugaddi:
gıdalı, besleyici.
muhalif:
karşıt, zıt.
muntazam:
intizamlı, düzgün.
muvafık:
yerinde, uygun.
müsavi:
eşit, denk.
netice:
sonuç.
nevi:
çeşit, tür.
nimet:
iyilik, ihsan, bağış.
nükte:
ince ve derin manalı
söz.
sır:
bir şeyin dikkat, tecrübe,
yetenek ve sezgi yardımıyla
kavranabilen en zor en ince
yanı.
suret:
biçim, tarz.
vahim:
ağır, sonu tehlikeli ve
korkulu, dehşet verici.
vazife:
görev.
zahiren:
görünüşte, görünüşe
göre.