İkincisi, rızk-ı mecazîdir ki, suistimalâtla hacat-ı gayr-i
zaruriye hacat-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belâ-
sıyla tiryaki olup, terk edemiyor. İşte bu rızık taahhüd-i
rabbanî altında olmadığı için, bu rızkı tahsil etmek, hu-
susan bu zamanda çok pahalıdır. Başta izzetini feda edip
zilleti kabul etmek, bazen alçak insanların ayaklarını öp-
mek kadar manen bir dilencilik vaziyetine düşmek, ba-
zen hayat-ı ebediyesinin nuru olan mukaddesat-ı diniye-
sini feda etmek suretiyle o bereketsiz, menhus malı alır.
Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olan-
ların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıy-
la gelen teellüm, o gayr-i meşru bir surette kazandığı pa-
rayla aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor. Böyle acip
bir zamanda, şüpheli mallarda, zaruret derecesinde ikti-
fa etmek lâzımdır. Çünkü
Én
gp
Qr
ón
?p
H o
Qs
ón
?o
J n
In
Qho
ôs
°†dG s
¿p
G
sırrıy-
la,
haram maldan, mecburiyetle zaruret derecesini alabi-
lir, fazlasını alamaz
. evet, muztar adam, murdar etten
tok oluncaya kadar yiyemez. Belki ölmeyecek kadar yi-
yebilir. Hem, yüz aç adamın huzurunda kemal-i lezzetle
fazla yenilmez.
İktisat, sebeb-i izzet ve kemal olduğuna delâlet eden
bir vakıa:
Bir zaman, dünyaca sahavetle meşhur Hatem-i tai,
mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hedi-
yeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir
Lem’aLar | 359 |
o
n
d
okuzuncu
l
em
’
a
kımdan kutsal ve mübarek sayılan
şeyler.
murdar:
pis, kirli, haram, dine uy-
gun kesilmemiş hayvan.
muztar:
çaresiz, zorda kalan, mec-
bur.
mühim:
önemli.
nur:
parıltı, ışık.
rikkat-i cinsiye:
hem cinsine şef-
kat, insanın kendi cinsinden olana
acıması.
rızık:
Allah tarafından her canlı için
ayrılmış ve takdir edilmiş olan ni-
met, yiyecek içecek ile ilgili şey-
ler.
rızk-ı mecazî:
asıl, gerçek olma-
yan rızık, gıda.
sahavet:
el açıklığı, cömertlik.
sebeb-i izzet ve kemal:
üstünlük,
olgunluk, saygı değer ve şeref sa-
hibi olma sebebi.
suistimalât:
kötüye kullanmalar.
suret:
biçim, görüntü, tarz.
taahhüd-i rabbanî:
Allah’ın bütün
varlıkların ihtiyaçlarını kendi ida-
resi altında alma garantisi.
tahsil etmek:
elde etmek, kazan-
mak.
teellüm:
üzüntü duyma, tasa-
lanma,.
terk:
bırakma.
vakıa:
vuku bulan, oluşan olay.
vakit:
zaman.
vasıta:
aracı, sebep, vesile.
vaziyet:
durum, hâl.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şerden
ayırt etmeye yardımcı olan ahlâkî
duygu.
zaruret:
zorunluluk, yoksulluk.
zillet:
hakirlik, horluk, aşağılanma.
acip:
tuhaf, hayret veren, şa-
şılacak şey.
bereketsiz:
hayırsız, yararsız,
sıkıntılı olan.
delâlet eden:
delil olma, işaret
etme.
derece:
ölçü.
ehl-i vicdan:
vicdan ve mer-
hamet sahibi olanlar.
elem:
dert, üzüntü, maddî ma-
nevî ıztırap.
feda etmek:
gözden çıkar-
mak, uğruna vermek.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
gayr-i meşru:
helâl olmayan,
dine aykırı.
hacat-ı gayr-i zaruriye:
zo-
runlu ve mecburî olmayan ih-
tiyaçlar.
hacat-ı zaruriye:
zorunlu ih-
tiyaçlar, gerekli ihtiyaçlar.
haram:
İslâmiyetçe yasakla-
nan işler.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve
sonsuz hayat.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmüne geçmek:
yerine
geçmek, değerinde olmak.
iktifa etmek:
yeterli bulmak,
kâfi görmek.
iktisat:
tutumluluk, gereğin-
den fazla veya az harcamak-
tan kaçınma.
izzet:
değer, itibar, şeref.
kemal-i lezzet:
tam ve mü-
kemmel lezzet olarak.
manen:
mana bakımından,
manevî yönden, manaca.
mecburiyet:
zorunluluk.
menhus:
uğursuz, kötü.
meşhur:
tanınmış, ünlü.
muhtaç olmak:
ihtiyaç duy-
mak, ihtiyaç sahibi olmak.
mukaddesat-ı diniye:
dini ba-