vakit, ulema içinde birisiyle merhametkârâne konuşma-
ya başladı. üstadımızı bilenlere malûmdur ki, Ankara rü-
esası İstanbul’da onun İngilizlere karşı mücahedatını tak-
dir ederek, onu istediler. Ankara’ya gitti. Van’da Medre-
setüzzehra namında kendi dârülfünununa yüz elli bin
banknot, iki yüz mebustan yüz altmış üçünün imzasıyla
itâsı kararlaştırılan lâyiha-i kanuniye kabul edilmekle be-
raber, Şeyh sünusi makamında vilâyat-ı şarkiye vaiz-i
umumîliği; ve hem dârülhikmetin azaları orada diyanet
riyasetinin azaları olmakla, o da içinde bulunmakla be-
raber, mebus olmak ve daha ne isterse yapılacak diye tek-
lif ettikleri hâlde, sırf sünnet-i seniyeye muhalif hareket
etmemek için, o teklifleri kabul etmeyip şimdi yirmi beş
sene işkenceli bir esareti kabul eden üstadımıza, elbette,
Hazret-i Ali’nin, (
rA
) ulemaüssûa hiddet ettiği zaman ona
karşı hususî iltifatı olacak ve o manevî mecliste onu ok-
şayacak. onun için bu hâl bir emaredir ki, Hazret-i Ali
(
rA
), Hazret-i gavs-ı geylânî (
rA
) gibi umum muhatapla-
rı içinde bu risale-i nur’un bir vasıtası olan Hocamıza işa-
reten iltifat ediyor.
m
?«°/
Vn
h m
án
H r
ôo
c
p
q
?o
µ
p
d l
çr
ƒn
Z p
?«/
?r
ës
àdG n
¤n
Y o
ør
ën
f
fıkrasında, “gavs” lâfzıyla gavs-ı geylânî’nin müridine şef-
katle bakmasına, Hazret-i Ali’nin (
rA
) baktığını ima edi-
yor.
Üçüncü Emare:
Ulema bahsinin evvelki satırında
diyor:
Lem’aLar | 343 |
o
n
S
ekizinci
l
em
’
a
vaşmalar.
mürit:
tarikatte bir şeyh ve mür-
şide bağlanarak tarikat usul ve
âdetleri ile tasavvufî hakikatleri
öğrenen kimse.
namında:
adında.
rüesa:
reisler.
Sünnet-i Seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüce sünneti; yüksek
hâl, söz, tavır ve tasvipleri.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız merha-
met.
takdir:
beğendiğini belirtme.
ulema:
âlimler, bilginler.
ulemaüssû:
ilmi kötüye kullanan,
dünyevî menfaat için ilmî alet ve
vasıta yapan âlimler.
umum:
bütün.
vaiz-i umumî:
umumî vaiz, genel
vaiz.
vakit:
zaman.
vasıta:
aracı.
vilâyat-ı şarkiye:
şark, doğu vilâ-
yetleri.
aza:
üyeler.
bahis:
üzerinde konuşulan
mesele.
dârülfünun:
üniversite.
Dârülhikmet:
Osmanlının en
büyük din şûrası.
Diyanet riyaseti:
Diyanet İş-
leri Başkanlığı.
emare:
alâmet, belirti.
esaret:
esirlik.
evvelki:
önceki.
fıkra:
bent, madde.
gavs:
yardımcı, imdada yeti-
şen.
Gavs-ı Geylânî:
Abdülkadir-i
Geylânî.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hususî:
özel.
iltifat:
ilgi gösterme, lütuf, ik-
ram.
ima:
işaret etmek.
işareten:
işaret ederek.
işkence:
eziyet, bir kimseye
verilen maddî manevî sıkıntı.
itâ:
verme.
lâfız:
kelime.
lâyiha-i kanuniye:
henüz tas-
dik edilmemiş kanun tasarısı.
makam:
mevki.
malûm:
bilinen.
manevî:
manaya ait.
mebus:
milletvekili.
medresetüzzehra:
Bediüzza-
man’ın Doğuda (Van) yapılma-
sını idarecilere teklif ettiği, fen
ilimleriyle din ilimlerinin bir-
likte okutulmasını düşündüğü
üniversite.
merhametkârâne:
acıyarak,
merhamet göstererek.
muhalif:
karşıt, zıt.
muhatap:
konuşulan kimse,
konuyla ilgili sayılan kimse.
mücahedat:
mücahedeler, sa-