basiret, bir kasıt, bir irade, bir ilim, bir kemal, bir hikmet
parladığı görünüyor. Çünkü, görüyorsun ki, o birbirine
benzeyen tohumcuklar, birbirinden temayüz ediyor, ay-
rılıyor.
Meselâ bu tohumcuk bir incir ağacı oldu, Fâtır-ı Ha-
kîm’in nimetlerini başlarımız üstünde neşre başladı. ser-
piyor, dallarının elleriyle bizlere uzatıyor. İşte bu, ona su-
reten benzeyen bu iki tohumcuk ise, gün âşıkı namında-
ki çiçekle, hercai menekşe gibi çiçekleri verdi. Bizler için
süslendi. Yüzümüze gülüyorlar, kendilerini bizlere sevdi-
riyorlar.
daha buradaki bir kısım tohumcuklar, bu güzel mey-
veleri verdi. Ve sümbül ve ağaç oldular. güzel tat ve ko-
ku ve şekilleriyle iştihamızı açıp, kendi nefislerine bizim
nefislerimizi davet ediyorlar. Ve kendilerini müşterilerine
feda ediyorlar. tâ nebatî hayat mertebesinden, hayvanî
hayat mertebesine terakki etsinler.
Ve hakeza, kıyas et. öyle bir surette o tohumcuklar in-
kişaf ettiler ki, o tek kabza, muhtelif ağaçlarla ve müte-
nevvi çiçeklerle dolu bir bahçe hükmüne geçti. İçinde hiç-
bir galat, kusur yok.
(1)
m
Qƒo
£o
a r
øp
e …'
ôn
J r
?n
g n
ô°n
ün
Ñr
dG p
™p
Lr
QÉn
a
sırrı-
nı gösterir. Her bir tohum, ism-i
Hafîz
’in cilvesiyle ve ih-
sanıyla, ona pederinin ve aslının malından verdiği irsiye-
ti, iltibassız, noksansız muhafaza edip gösteriyor.
Lem’aLar | 333 |
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
kıyas:
karşılaştırma.
kusur:
eksiklik, noksan.
mertebe:
derece, basamak.
meselâ:
örneğin.
muhafaza:
koruma.
muhtelif:
çeşitli.
mükâfat:
ödül.
müşteri:
bir şeyi satın alan veya
satın almaya talip olan kimse, alıcı.
mütenevvi:
çeşit çeşit, cins cins.
namında:
adında.
nebatî:
bitkisel.
nefis:
insandaki bedenî canlılık;
yeme, içme, şehvet gibi biyolojik
ihtiyaçlara duyulan tabiî istek.
neşir:
yayma, serpme.
nimet:
Allah’ın bağışladığı maddî
ve manevî lütuf ve ikramlar.
noksan:
eksiklik, kusurlu oluş.
peder:
baba, ata.
suret:
biçim, tarz.
sureten:
suret olarak, görünüş iti-
barıyla.
temayüz:
seçkin hâle gelme, farklı
ve yüksek vasfı olma.
terakki:
yükselme.
zerre:
en küçük madde.
basiret:
seziş, kavrayış, fera-
set.
cilve:
görünme, tecelli.
davet:
çağırma.
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir
maksada uygun ve hikmetle
benzersiz bir şekilde yaratan
Allah (cc).
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
galat:
yanlış.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
hayvanî:
hayvanla ilgili, hay-
vana ait.
hercaî menekşe:
menekşenin
bir cinsi.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek
bilgi.
hükmüne:
yerine.
ihsan:
ikram etme, lütuf, ba-
ğış.
ilim:
bilgi.
iltibas:
karıştırma.
inkişaf:
ortaya çıkma, gelişme.
irade:
dileme, isteme.
irsiyet:
soydan gelen, soya çe-
kim.
ism-i Hafîz:
Cenab-ı Hakkın
muhafaza eden, koruyan ma-
nasına gelen ismi.
iştiha:
istek, arzu, iştah.
kabza:
tutam, bir avucun ala-
bileceği miktar.
kasıt:
niyet, istek, asıl anlam.
kemal:
olgunluk, yetkinlik,
mükemmellik.
1
. Haydi, çevir gözünü: En küçük bir kusur görüyor musun? (Mülk Suresi: 3.)