başı üstünde rahmet-i İlâhiyenin elini gör, şükürle öp, on-
dan al. Yani, nimetten in’ama bak, in’amdan Mün’im-i
Hakikî’yi düşün. Bu düşünmek bir şükürdür. sonra o za-
hirî vasıtaya istersen dua et; çünkü o nimet onun eliyle
size gönderildi.
esbab-ı zahiriyeyi perestiş edenleri aldatan, iki şeyin
beraber gelmesi veya bulunmasıdır ki, iktiran tabir edilir,
birbirine illet zannetmeleridir. Hem bir şeyin ademi, bir
nimetin madum olmasına illet olduğundan, tevehhüm
eder ki, o şeyin vücudu dahi o nimetin vücuduna illettir.
Şükrünü, minnettarlığını o şeye verir, hataya düşer. Çün-
kü bir nimetin vücudu, o nimetin umum mukaddematına
ve şeraitine terettüp eder. Hâlbuki o nimetin ademi, bir
tek şartın ademiyle oluyor.
Meselâ, bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmayan
adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin ademine
sebep ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vü-
cudu, o adamın hizmetinden başka, yüzer şeraitin vücu-
duna tevakkufla beraber, illet-i hakikî olan kudret ve ira-
de-i rabbaniye ile vücuda gelir. İşte bu mağlâtanın ne ka-
dar hatası zahir olduğunu anla ve esbapperestlerin de ne
kadar hata ettiklerini bil!
evet, iktiran ayrıdır, illet ayrıdır. Bir nimet sana geli-
yor. Fakat bir insanın sana karşı ihsan niyeti o nimete
mukarin olmuş. Fakat illet olmamış. İllet rahmet-i İlâhi-
yedir. evet, o adam ihsan etmeyi niyet etmeseydi o ni-
met sana gelmezdi, nimetin ademine illet olurdu. Fakat,
Lem’aLar | 325 |
o
n
Y
edinci
l
em
’
a
adem:
yokluk.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
esbab-ı zahiri:
görünüşteki
sebepler.
hakikî:
gerçek.
hâlbuki:
oysa ki.
iktiran:
iki şeyin beraber gel-
mesi.
illet:
sebep.
in’am:
nimet verme, nimet-
lendirme.
madum:
mevcut olmayan,
yok olan.
mağlâta:
boş ve manasız söz;
saçma sapan söz.
meselâ:
örneğin.
minnettar:
iyilik yapan birisi
için teşekkür duygusu içinde
olan.
mukaddemat:
başlangıçlar.
mün’im:
nimet veren, Allah.
nimet:
Allah’ın bağışladığı
maddî ve manevî lütuf ve ik-
ramlar.
perestiş:
tapma.
rahmet-i İlâhiye:
Allah’ın son-
suz rahmeti, İlâhî rahmet.
şerait:
şartlar.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahi-
bini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
tabir etme:
ifade etme.
terettüp:
sonuç olarak çıkma,
sonucuna bağlı olma.
tevehhüm:
vehimlenme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizliğe ve korkuya düşme.
umum:
bütün.
vasıta:
aracı.
vücut:
var olma, varlık.
zahiri:
görünürdeki.
zannetme:
sanma.