kurduğu gibi; İskender-i rumî misillü müteaddit cihangir-
ler ve kuvvetli padişahlar maddî cihetinde ve manevî
âlem-i insaniyetin padişahları olan bir kısım enbiya ve
bazı aktap dahi manevî ve irşadî cihetinde, o zülkar-
neyn’in arkasında gidip, iktida edip, mazlumları zalimler-
den kurtaracak çarelerin mühimlerinden olan dağlar or-
talarından setleri,
(HaşİYe)
sonra dağlar başlarında kaleleri
kurmuşlar. Ya bizzat maddî kuvvetleriyle veyahut irşat ve
tedbirleriyle tesis etmişler. sonra, şehirlerin etrafında
surları ve ortalarında kaleleri, tâ son çare olan kırk ikilik
topları ve kal’a-i seyyar gibi diritnavtları yapmışlar. Hat-
ta rûy-i zeminin en meşhur seddi ve kaç günlük uzak bir
mesafe tutan sedd-i Çin’i, kur’ân lisanıyla Ye’cüc ve
Me’cüc’ün ve tabir-i diğerle tarih lisanında Mançur ve
Moğol denilen ve âlem-i beşeriyeti kaç defa zirüzeber
eden ve Himalaya dağlarının arkasından çıkan ve şark-
tan garba kadar harap eden akvam-ı vahşiye ve garetkâr
milletlerin Hint ve Çin’deki akvam-ı mazlumeye tecavüz-
lerini durdurmak için, o Himalaya silsilelerine yakın iki
dağ ortasında uzun bir set yaptığı ve o akvam-ı vahşiye-
nin kesretle hücumlarına çok zaman mâni olduğu gibi,
kafkas dağlarında, derbent cihetinde yine çapulcu, ga-
retgir akvam-ı tatariyenin hücumunu durdurmak için,
zülkarneyn-misal eski İran padişahlarının himmetiyle
setler yapılmıştır. Bu neviden çok setler var. kur’ân-ı
Hakîm, umum nev-i beşerle konuştuğu için, zahiren bir
HaşİYe:
rûy-i zeminde mürur-i zamanla dağ şeklini almış, tanınmaya-
cak bir surete gelmiş çok sun’î setler vardır.
aktap:
kutuplar; belli bir yer veya
memleketteki evliyanın başı olan
en büyük velî.
akvam-ı mazlume:
zulme uğra-
mış kavimler, milletler.
akvam-ı tatariye:
Tatarlar, Tatar
milletleri.
akvam-ı vahşiye:
vahşî, medenî-
leşmemiş kavimler.
âlem-i beşeriyet:
insanlık âlemi.
âlem-i insaniyet:
insanlık âlemi
cihangir:
dünyayı, cihanı zapt
eden.
cihet:
yön.
cinsî:
ırkî yakınlıkları olan millet.
çapulcu:
yağmacı.
diritnavt:
büyük harb gemisi gibi
olan.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
garb:
batı.
garetgir:
yağmacı, talancı.
garetkâr:
işi gücü yağmacılık, ta-
lancılık olan.
harap etme:
yıkma, alt üst etme.
haşiye:
dipnot.
himmet:
çabalama, gayret göster-
me.
hücum:
saldırma.
iktida:
tâbi olma, uyma.
irşadî:
irşatla ilgili, doğru yolu gös-
termekle ilgili.
irşat:
doğru yolu gösterme; gaf-
letten uyandırıp hidayet yolunu
gösterme.
kal’a-i seyyar:
hareket kabiliyeti
olan kale.
kesretli:
çokça.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
lisan:
dil.
maddî:
madde ile alâkalı, cisma-
nî.
manevî:
manevî olan, maddî ol-
o
n
a
lTıncı
l
em
’
a
| 278 | Lem’aLar
mayan.
mâni:
engel.
mazlum:
zulüm görmüş, zul-
me uğramış.
mesafe:
uzunluk, ara.
meşhur:
şöhretli, adı yaygın-
lık kazanmış.
misillü:
gibi, benzeri.
mühim:
önemli.
mürur-i zaman:
zamanın geç-
mesiyle.
müteaddit:
çeşitli.
nev-i beşer:
insanlık.
nevi:
çeşit, tür.
padişah:
hükümdar.
rûy-i zemin:
yer yüzü.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
Sedd-i Çin:
Çin seddi.
set:
engel, sur.
sun’î:
yapay.
sur:
şehrin etrafına çekilen ka-
lın ve yüksek kale duvarı.
suret:
şekil.
şark:
doğu.
tabir-i diğer:
diğer tabirle,
başka bir ifadeyle.
tecavüz:
saldırma.
tedbir:
idare etme.
tesis:
kurmak, meydana ge-
tirmek.
umum:
bütün.
Ye’cüc me’cüc:
Kur’ân’da bah-
si geçen ve kısa boylu olacak-
ları, ortalığı fitne, fesat ve anar-
şiye boğacakları bildirilen bir
kavim.
zahiren:
görünüşte.
zalim:
zulmeden, haksızlık
eden.
zirüzeber:
paramparça.
Zülkarneyn-misal:
Zülkarneyn
gibi, ona benzer.