kâinatta en mühim hakikat ve en kıymettar mahiyet
vücut, hayat, nur, rahmettir ki, bu dört şey perdesiz, va-
sıtasız, doğrudan doğruya kudret-i İlâhiye ve meşiet-i has-
sa-i İlâhiyeye bakar. sair masnuatta zahirî esbap kudre-
tin tasarrufuna perde oluyorlar. Ve muttarıt kanunlar ve
kaideler, bir derece irade ve meşiete hicap oluyor. Fakat
vücut, hayat, nur ve rahmette o perdeler konulmamış.
Çünkü perdelerin sırr-ı hikmeti o işte cereyan etmiyor.
Madem vücutta en mühim hakikat rahmet ve hayattır.
Yağmur, hayata menşe ve medar-ı rahmet, belki ayn-ı
rahmettir. elbette vesait perde olmayacak, kaide ve yek-
nesaklık dahi meşiet-i hassa-i İlâhiyeyi setretmeyecek. tâ
ki, her vakit, herkes, her şeyde şükür ve ubudiyete ve su-
al ve duaya mecbur olsun. eğer bir kaide dâhilinde olsay-
dı, o kaideye güvenip, şükür ve rica kapısı kapanırdı.
güneşin tulûunda ne kadar menfaatler olduğu malûm-
dur. Hâlbuki muttarıt bir kaideye tâbi olduğundan, güne-
şin çıkması için dua edilmiyor ve çıkmasına dair şükür ya-
pılmıyor. Ve ilm-i beşerî, o kaidenin yoluyla yarın güne-
şin çıkacağını bildiği için, gaipten sayılmıyor. Fakat yağ-
murun cüz’iyatı bir kaideye tâbi olmadığı için, her vakit
insanlar rica ve dua ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya mecbur
oluyorlar. Ve ilm-i beşerî vakt-i nüzulünü tayin edemediği
için, sırf hazine-i rahmetten bir nimet-i hassa telâkki edip
hakikî şükrediyorlar. İşte bu ayet, bu nokta-i nazardan
yağmurun vakt-i nüzulünü Mugayyebat-ı Hamseye ithal
ediyor.
Lem’aLar | 281 |
o
n
a
lTıncı
l
em
’
a
mugayyebat-ı Hamse:
beş bilin-
meyen şey, kıyametin ne zaman
kopacağı, yağmurun ne zaman
yağacağı, rahimlerde olanı, kişinin
yarın ne kazanacağı ve kişinin ne-
rede, ne zaman öleceği.
muttarıt:
düzgün, intizamlı, mun-
tazam.
mühim:
önemli.
nimet-i hassa:
hususî, özel nimet.
nokta-i nazar:
bakış açısı.
nur:
aydınlık.
nur:
ışık.
perde:
örtü, engel.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara acıyıp bağışlaması,
onlara maddî ve manevî nimetler
vermesi.
rica:
yalvarma, niyaz etme.
sair:
diğer, başka.
setr:
örtme, gizleme.
sırf:
sadece.
sırr-ı hikmet:
hikmet sırrı, herke-
sin bilmediği gizli sebep.
sual:
soru.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet duy-
ma.
tâbi:
boyun eğen, uyan.
tasarruf:
güzel idare etme, yönet-
me.
tayin:
belirli kılma.
telâkki:
anlama, kabul etme.
tulû:
doğma.
ubudiyet:
kulluk.
vakit:
zaman.
vakt-i nüzul:
nüzul vakti, yağma
vakti.
vasıta:
aracı.
vesait:
vasıtalar.
vücut:
varlık, var olma.
yeknesak:
tek düzen.
zahirî:
görünürde.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
ayn-ı rahmet:
rahmetin tâ
kendisi.
cereyan etme:
olma, meyda-
na gelme.
cüz’iyat:
tekler, küçük parça-
cıklar.
dâhil:
iç.
dair:
alâkalı, ait.
dergâh-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hak-
kın dergâhı, kapısı.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
esbap:
nedenler, sebepler.
gaip:
görünmeyen.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikî:
gerçek.
hazine-i rahmet:
rahmet ha-
zinesi.
hicap:
perde, örtü.
ilm-i beşerî:
insanî ilimler.
iltica:
sığınma.
irade:
dileme, isteme.
ithal:
içine alma, içine girdir-
me.
kaide:
kural.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar, evren.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
kudret:
kuvvet, iktidar.
kudret-i İlâhiye:
Allah’ın kud-
reti.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
hakikati.
malûm:
bilinen, belli.
masnuat:
sanatla yapılmış
şeyler.
mecbur:
zorunda kalma.
medar-ı rahmet:
rahmete ve-
sile, rahmetin icabı.
menfaat:
fayda.
menşe:
kaynak.
meşiet:
dileme, irade.
meşiet-i hassa-i İlâhiye:
Al-
lah’ın kendine özgü dilemesi.