(2)
/
? p
ór
ª n
ëp
H o
íp
q
Ñ°n
ù o
j s
’p
G m
Ar
?n
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ /
¬p
ªr
°SÉp
H
(3)
o
¬o
JÉn
c
n
ôn
Hn
h$G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
º o
µ
r
«n
?n
Y o
? n
Ó°s
ùdn
G
Aziz, Fedakâr, Sıddık, Vefadar Kardeşlerim Hoca Sab-
ri (
rH
) ve Hafız Ali (
rH
),
Mugayyebat-ı Hamseye dair sure-i lokman’ın ahirin-
deki ayetin
(4)
hakkında mühim sualiniz gayet mühim bir
cevap isterken, maatteessüf, şimdiki hâlet-i ruhiyem ve
ahval-i maddiyem o cevaba müsait değildir. Yalnız, suali-
nizin temas ettiği bir iki noktaya gayet mücmel işaret ede-
ceğiz.
Şu sualinizin meali gösteriyor ki, ehl-i ilhad tarafından
tenkit suretinde, Mugayyebat-ı Hamseden yağmurun gel-
mek vaktine ve rahm-ı maderdeki ceninin keyfiyetine iti-
raz edilmiş.
Demişler ki
:
“rasathanelerde bir aletle yağmurun
vakt-i nüzulü keşfediliyor. onu da, Allah’tan başkası da
biliyor. Hem röntgen şuaıyla rahm-ı maderdeki ceninin
müzekker, müennes olduğu anlaşılıyor. demek Mugay-
yebat-ı Hamseye ıttılâ kabildir.”
Elcevap
:
Yağmurun vakt-i nüzulü bir kaideye merbut
olmadığı için, doğrudan doğruya meşiet-i hassa-i İlâhiye
ile bağlı ve hazine-i rahmetten hususî iradeye tâbi oldu-
ğunun bir sırr-ı hikmeti şudur ki:
ahir:
son.
ahval-i maddiye:
maddî durum-
lar.
alet:
bir iş yapmada kullanılan
araç, aygıt.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
aziz:
muhterem, değerli.
cenin:
döl, ana rahmindeki çocuk.
dair:
alâkalı, ait.
ehl-i ilhad:
hak yolundan çıkıp ba-
tıl yola sapan imansızlar, dinsizler.
fedakâr:
feda eden.
gayet:
son derece.
hâlet-i ruhiye:
insanın ruh hâli,
psikolojik durum.
hazine-i rahmet:
rahmet hazine-
si.
hususî:
özel.
irade:
dileme, isteme.
işaret:
gösterme, bildirme.
itiraz:
kabul etmediğini belirtme,
karşı çıkma.
ıttılâ:
öğrenme, bilme.
kabil:
mümkün.
kaide:
kural, esas.
keşif:
bir şeyin olacağını önceden
öğrenme.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl olduğu,
hâl, durum.
maatteessüf:
ne yazık ki...
meal:
mana, mefhum.
merbut:
bağlı.
meşiet-i hassa-i İlâhiye:
Allah’ın
kendine özgü dilemesi.
mugayyebat-ı Hamse:
beş bilin-
meyen şey, kıyametin ne zaman
kopacağı, yağmurun ne zaman
yağacağı, rahimlerde olanı, kişinin
yarın ne kazanacağı ve kişinin ne-
rede, ne zaman öleceği.
mücmel:
öz olarak anlatılmış.
müennes:
dişi.
mühim:
önemli.
müsait:
elverişli, uygun.
müzekker:
erkek.
nokta:
konu ile ilgili husus.
rahm-ı mader:
anne rahmi.
rasathane:
gözlem evi.
röntgen:
gözle görülmeyen fakat
vücudun et kısmından geçerek fil-
me tesir eden, hastalıkların teşhi-
sinde kullanılan cihaz.
sıddık:
çok doğru, çok dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
sırr-ı hikmet:
hikmet sırrı, her-
kesin bilmediği gizli sebep.
sual:
soru.
suret:
biçim, tarz.
şua:
ışın.
tâbi:
boyun eğen, uyan.
temas:
değmek.
tenkit:
eleştiri.
tenzih:
Allah’ı şanına uygun
olmayan şeylerden, her türlü
eksik ve noksandan uzak ve
yüce tutma.
vakit:
zaman.
vakt-i nüzul:
nüzul vakti, yağ-
ma, gelme vakti, iniş vakti.
vefadar:
sözünde ve dostlu-
ğunda devamlı olan, vefalı,
dost.
1.
Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
3.
Allah’ın selâmı ve rahmeti ve bereketi üzerine olsun.
4.
Lokman Suresi: 34.
o
n
a
lTıncı
l
em
’
a
| 280 | Lem’aLar