Elcevap:
eskiden bu meseleye dair bir risale yazmış-
tım. o vaktin mülhitleri onunla mülzem olmuşlardı. Şim-
dilik hem o risale yanımda yoktur, hem kuvve-i hafızam
tatil-i eşgal etmiş, yardım etmiyor. Hem Yirmi dördüncü
sözün üçüncü dalında bir nebze bu meseleden bahsedil-
miş. onun için, bu meselenin yalnız iki üç nüktesine ga-
yet muhtasar bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:
ehl-i tahkikin beyanına göre, hem zülkarneyn ünvanı-
nın işaretiyle, Yemen padişahlarından, zülyezen gibi zü
kelimesiyle başlayan isimleri bulunduğundan, bu zülkar-
neyn, İskender-i rumî değildir. Belki Yemen padişahla-
rından birisidir ki, Hazret-i İbrahim’in zamanında bulun-
muş ve Hazret-i Hızır’dan ders almış. İskender-i rumî ise,
Milâttan takriben üç yüz sene evvel gelmiş, Aristo’dan
ders almış.
tarih-i beşerî, muntazam surette üç bin seneye kadar
gidiyor. Bu nakıs ve kısa tarih nazarı, Hazret-i İbrahim’in
zamanından evvel doğru olarak hükmedemiyor. Ya hu-
rafevari, ya münkirâne, ya gayet muhtasar gidiyor.
Bu Yemenî zülkarneyn tefsirlerde eskiden beri İsken-
der namıyla iştiharının sebebi, ya o zülkarneyn’in bir is-
mi İskender’dir –ki İskender-i kebir ve eski İskender’dir–
veyahut âyât-ı kur’âniyenin zikrettiği hâdisat-ı cüz’iyeler,
külli hâdisatın uçları olduğu cihetle, zülkarneyn olan
İskender-i kebir’in nübüvvetkârâne irşadatıyla akvam-ı
zalime ile milel-i mazlume ortasında hâil ve gaddarların
garetlerine mâni olacak meşhur sedd-i Çin’in binasını
Lem’aLar | 277 |
o
n
a
lTıncı
l
em
’
a
nam:
ad.
nazar:
bakış.
nebze:
bir parça.
nübüvvetkârâne:
peygamberlik
tarzında.
nükte:
ince söz ve mana.
padişah:
hükümdar.
Sedd-i Çin:
Çin seddi.
suret:
biçim, tarz.
takriben:
tahminen, yaklaşık ola-
rak.
tarih-i beşerî:
insanlık tarihi.
tatil-i eşgal:
boş durma.
tefsir:
Kur’ân-ı Kerîm’i açıklamak
maksadıyla yazılan kitap.
ünvan:
ad, lâkap.
vakit:
zaman.
zikir:
anma.
zü:
sahip, malik.
akvam-ı zalime:
zalim kavim-
ler.
ayat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
ayetleri.
bahsetme:
üzerinde konuş-
ma, anlatma.
beyan:
anlatma, izah etme,
açıklama.
cihet:
yön.
dair:
alâkalı, ait.
ehl-i tahkik:
gerçeği araştırıp
peşinden gidenler.
evvel:
önce.
gaddar:
zulüm, haksızlık, mer-
hametsizlik eden.
garet:
hücum, yağma.
gayet:
son derece.
hadisat:
hâdiseler, olaylar.
hadisat-ı cüz’iye:
küçük ve
basit hâdiseler.
hâil:
korku ve dehşet veren.
hurafevari:
saçma-sapan.
hükmetme:
karar verme.
irşadat:
irşatlar, doğru yolu
göstermeler.
işaret:
gösterme, bildirme.
iştihar:
meşhur olma, şöhret
bulma, tanınma.
kuvve-i hafıza:
hafıza gücü.
küllî:
umumî, genel.
mâni:
engel olan.
mesele:
önemli konu.
meşhur:
şöhretli, adı yaygın-
lık kazanmış.
milel-i mazlume:
mazlum
milletler.
muhtasar:
kısa, özet.
muntazam:
intizamlı, düzgün.
mülhit:
İslâm dininden ayrı-
lan, Allah’a ve dine inanma-
yan, dinsiz.
mülzem:
ilzam edilen, sustu-
rulan.
münkirâne:
inkâr edercesine.
nakıs:
noksan, eksik.