sahilinde veya volkanlı, alevli, dumanlı dağın gözünde
gurup ettiğini zülkarneyn görmüş. Yani, zahir nazarda,
Bahr-i Muhit-i garbînin sevahilinde, yazın şiddet-i hara-
retiyle etrafındaki bataklık hararetlenmiş, tebahhur ettiği
bir zamanda, o buhar arkasında büyük bir çeşme havzası
suretinde uzaktan zülkarneyn’e görünen Bahr-i Muhitin
bir kısmında, güneşin zahirî gurubunu görmüş. Veya vol-
kanlı, taş ve toprak ve maden sularını karıştırarak fışkıran
bir dağın başında, yeni açılmış ateşli gözünde, semavatın
gözü olan güneşin gizlendiğini görmüş.
evet, kur’ân-ı Hakîm’in mu’cizâne belâgat-i ifadesi bu
cümle ile çok mesaili ders veriyor. evvelâ, zülkarneyn’in
mağrip tarafına seyahati, şiddet-i hararet zamanında ve
bataklık tarafına ve güneşin gurup âvânına ve volkanlı bir
dağın fışkırması vaktine tesadüf ettiğini beyan etmekle,
Afrika’nın tamam istilâsı gibi çok ibretli meselelere işaret
eder.
Malûmdur ki, görünen hareket-i şems zahirîdir ve kü-
re-i arzın mahfî hareketine delildir; onu haber veriyor.
Hakikat-i gurup murat değildir.
Hem çeşme, teşbihtir. Uzaktan, büyük bir deniz, küçük
bir havuz gibi görünür. Hararetten çıkan sis ve buharlar
ve bataklıklar arkasında görünen bir denizi, çamur içinde
bir çeşmeye teşbihi ve Arabca hem çeşme, hem güneş,
hem göz manasında olan
m
ør
«n
Y
kelimesi,
Lem’aLar | 275 |
o
n
a
lTıncı
l
em
’
a
şiddet-i hararet:
sıcaklığın, hara-
retin şiddeti.
tebahhur:
buharlaşma.
tesadüf:
rastgelme.
teşbih:
benzetme.
vakit:
zaman.
volkan:
yanar dağ.
zahir:
görünürde.
zahirî:
görünen, görünürdeki, gö-
rünür.
Zülkarneyn:
Doğudan Batıya hük-
meden büyük bir hükümdar, Ye-
men padişahı.
âvân:
vakit, zaman.
Bahr-i muhit:
Büyük Okyanus.
Bahr-i muhit-i Garbî:
Atlas
Okyanusu.
belâgat-i ifade:
ifadede, an-
latma ve beyan etmedeki be-
lâgat.
beyan:
izah etme, açıklama.
delil:
bir meseleyi ispata ya-
rayan şey, bürhan.
evvelâ:
birinci olarak, ilk ön-
ce.
gurup:
batma, batış.
hakikat-i gurup:
güneşin ba-
tışı.
hararet:
sıcaklık.
hareket-i şems:
güneşin ha-
reketi.
havza:
açık ve düz deniz kıyı-
sı.
ibret:
bir hâdiseden alınan
ders.
istilâ:
kaplama, yayılma.
işaret:
gösterme, bildirme.
kısım:
parça.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
maden:
kaynak.
mağrip:
garp, batı.
mahfî:
gizli, saklı.
malûmdur ki:
bilinir ki.
mana:
anlam.
mesail:
meseleler, önemli ko-
nular.
mesele:
önemli konu.
mu’cizâne:
mu’cize gibi.
murat:
arzu edilen.
nazar:
bakış.
sahil:
kıyı.
semavat:
semalar, gökler.
sevahil:
sahiller.
seyahat:
yolculuk.
suret:
biçim, görünüş.