Lem'alar - page 269

bulundum. Bazı zatlar hayret içinde hayrette kaldılar. de-
diler ki: “sana işkence eden bu müptedi ve kısmen mü-
nafık baştaki insanların takip ettikleri siyaseti nasıl görü-
yorsun ki ilişmiyorsun?” Verdiğim cevabın muhtasarı şu-
dur ki:
Bu zamanda ehl-i İslâm’ın en mühim tehlikesi, fen ve
felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve ima-
nın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur
göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun.
eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o
kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha
fenadır. demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah et-
mez. o vakit küfür kalbe girer, saklanır, nifaka inkılâp
eder. Hem nur, hem topuz; ikisini, bu zamanda benim
gibi bir âciz yapamaz. onun için, bütün kuvvetimle nura
sarılmaya mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekil-
de olursa olsun bakmamak lâzım geliyor.
Amma maddî cihadın muktezası ise, o vazife şimdilik
bizde değildir. evet, ehline göre kâfirin veya mürtedin te-
cavüzatına set çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki eli-
miz var. eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir.
topuzu tutacak elimiz yok.
üÇüNCü meraKLı SUaL
Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebilerin bu hüküme-
te ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükûmetin haki-
kî nokta-i istinadı ve kuvve-i maneviyesinin menbaı olan
hamiyet-i İslâmiyeyi tehyiç etmekle şeair-i İslâmiyenin bir
Lem’aLar | 269 |
o
n
a
lTıncı
l
em
a
mukteza:
iktiza eden, gereken.
mühim:
önemli.
münafık:
kalbinde küfrü gizlediği
hâlde Müslüman görünen, kâfirli-
ğini gizleyerek Müslüman gibi dav-
ranan.
müptedi:
itikatta ehli sünnet yo-
lundan ayrılan, bid’at yolunu tu-
tan kimse.
mürtet:
Müslüman olduğu hâlde
dinden dönen.
nifak:
görünüşte Müslüman gibi
davranıp aslında kâfir olma, mü-
nafıklık.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
nur:
din ilmi, iman ilmi, ilim.
set:
tıkamak, mâni olmak.
siyaset:
politika.
siyaset topuzu:
siyaset, politika.
sual:
soru.
şeair-i İslâmiye:
İslâm’a ait işaret-
ler, İslâma sembol olmuş iş ve iba-
detler.
tecavüzat:
saldırılar, tecavüzler.
tehyiç:
heyecana getirme, coş-
kunluk verme.
vakit:
zaman.
vazife:
görev.
zat:
kişi, şahıs.
âciz:
zayıf, güçsüz.
çare-i yegâne:
tek çare.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak, doğru yol-
dan ayrılma.
ecnebi:
yabancı, başka ülke.
ehil:
işi bilen kimse, kişi.
ehl-i İslâm:
İslâm topluluğu,
Müslümanlar.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
fen:
ispatla meydana gelmiş
ilimlere verilen genel ad.
fenâ:
kötü.
galebe:
galip olma, üstün gel-
me.
hakikî:
gerçek.
hamiyet-i İslâmiye:
İslâmiyet
için İslâmî gayeler uğruna fe-
dakârlıkta bulunma, çalışma.
hayret:
şaşkınlık, şaşırmak.
hükûmet:
yönetim.
ıslah:
iyi duruma getirme, dü-
zeltme.
iman:
inanç, itikat.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
işkence:
eziyet, maddî mane-
vî sıkıntı, zulüm.
kâfi:
yeter.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti in-
kâr eden, dinsiz.
kısmen:
kısmî olarak.
kuvve-i maneviye:
manevî
güç, moral.
küfür:
Allah’ın varlığına, birli-
ğine inanmama, imansızlık,
dinsizlik.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
maddî cihad:
düşmanla sa-
vaşmak.
mecbur:
zorunda kalma.
menba:
kaynak.
muhtasar:
ihtisar edilmiş, kı-
sacası, özet.
1...,259,260,261,262,263,264,265,266,267,268 270,271,272,273,274,275,276,277,278,279,...1406
Powered by FlippingBook