nebatî ve hayvanî olan umum validelerin gayet şirin ve
fedakârâne şefkatleriyle şefkatini gösteren ve zevi’l-haya-
tı, hayat-ı insaniyeye musahhar eden ve ondan rububi-
yet-i İlâhiyenin gayet güzel ve şirin bir nakş-ı azamını ve
insanın ehemmiyetini gösteren ve en parlak rahmetini iz-
har eden o rahman-ı zülcemal, elbette kendi istiğna-i
mutlakına karşı rahmetini, ihtiyac-ı mutlak içindeki zîha-
yata ve insana makbul bir şefaatçi yapmış. ey insan! eğer
insan isen,
p
º« /
Ms
ôdG p
ø'
ªr
Ms
ôdG $G p
º````````° r
ùp
H
de, o şefaatçiyi bul.
evet, rûy-i zeminde dört yüz bin muhtelif ayrı ayrı ne-
batatın ve hayvanatın taifelerini, hiçbirini unutmayarak,
şaşırmayarak, vakti vaktine, kemal-i intizam ile, hikmet
ve inayet ile terbiye ve idare eden ve küre-i arzın sima-
sında hatem-i ehadiyeti vazeden, bilbedahe, belki bilmü-
şahede, rahmettir. Ve o rahmetin vücudu, bu küre-i ar-
zın simasındaki mevcudatın vücutları kadar kat’î olduğu
gibi, o mevcudat adedince, tahakkukunun delilleri var.
evet, zeminin yüzünde öyle bir hatem-i rahmet ve
sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi, insanın mahiyet-i mane-
viyesinin simasında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki,
küre-i arz simasındaki sikke-i merhamet ve kâinat sima-
sındaki sikke-i uzma-i rahmetten daha aşağı değil. Âdeta
bin bir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrakiyesi hükmünde
bir camiiyeti var.
Lem’aLar | 259 |
o
n
d
ördÜncÜ
l
em
’
a
mevcudat:
var olan her şey, mah-
lûklar.
muhtelif:
çeşitli, çeşit çeşit.
musahhar:
boyun eğen, emir al-
tına giren.
nakş-i azam:
işlenmiş, dokunmuş
büyük nakış.
nebatat:
bitkiler.
nokta-i mihrakiye:
odak noktası.
rahman-ı Zülcemal:
cemal ve gü-
zellik sahibi ve her şeye merha-
met edip münasip rızkını veren
Cenab-ı Hak.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, şefkat gösterme.
rububiyet-i İlâhiye:
Allah’ın ter-
biye ediciliği.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
sikke-i ehadiyet:
Allah’ın isimle-
rine mazhar olmakla değerli kıldı-
ğı her bir şeyde birliğinin tecelli
etmesi manasındaki sıfâtını gös-
teren hususî işaret, alâmet, dam-
ga.
sikke-i merhamet:
merhamet
sikkesi, şefkat gösterildiğini, acı-
manın olduğunu gösteren işaret.
sikke-i rahmet:
Allah’ın rahmet,
acıma, esirgeme alâmeti.
sikke-i uzma-i rahmet:
Allah’ın
rahmetinin en büyük damgası.
sima:
yüz.
şefaat:
bir kimsenin af ve iyiliğe
kavuşması için yapılan aracılık.
şefkat:
içten ve karşılıksız merha-
met, karşılık beklemeden yardım
etme.
tahakkuk:
gerçekleşme, meyda-
na gelme.
taife:
bölük, güruh, familya.
terbiye:
besleme, yetiştirme, bü-
yütme; besleyip büyütme.
umum:
bütün.
valide:
ana, anne.
vaz’ etme:
koyma.
zemin:
yeryüzü.
zevi’l-hayat:
hayat sahipleri, can-
lılar.
zîhayat:
hayat sahibi.
âdeta:
sanki.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
bilmüşahede:
görerek, bizzat
şahit olarak.
camiiyet:
toplayıcı, ihtiva ve
ihata edicilik.
cilve:
görüntü, tecelli.
delil:
nişan, emare, bürhan.
ehemmiyet:
önem.
fedakârâne:
fedakâr olana ya-
kışacak surette, fedakârca.
gayet:
son derece.
hatem-i ehadiyet:
Allah’ın bir-
liğini gösteren mühür.
hatem-i rahmet:
rahmet
mührü.
hayat-ı insaniye:
insan haya-
tı, insana ait olan hayat.
hayvanat:
hayvanlar.
hayvanî:
hayvana ait.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi.
hükmünde:
yerinde, değerin-
de.
idare:
bir işi yürütme, çekip
çevirme.
ihtiyac-i mutlak:
sınırsız ihti-
yaç, her şeye muhtaç olma.
inayet:
yardım.
istiğna-i mutlak:
Allah’ın son-
suz zenginliğe sahip olması,
hiç bir şeye muhtaç olmama-
sı.
izhar:
gösterme.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
la evren.
kat’î:
kesin.
kemal-i intizam:
tam ve ek-
siksiz düzen.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
mahiyet-i maneviye:
her
hangi bir şeyi meydana geti-
ren manevî unsurlar.
makbul:
geçerli, muteber.